Arama yaptığınız metin en az 3 karakter olmalıdır.
Örnek: Modernizm, Söyleşi, Mimarlar Konuşuyor

Baraka Mimarlık kurucusu Abdurrahman Çekim ile farklı konular ve ölçekler içeren projelerini ve mimarların, inşa süreçlerindeki rolünü konuştuk.

Ezgi Tezcan: Öncelikle Baraka'nın hikayesinden başlayalım, nasıl kuruldu Baraka?

Abdurrahman Çekim: Aslında okul yıllarında başlayan bir çalışma hayatım oldu. Daha 3. sınıfta Emre Arolat ile çalışmaya başladım. EAA’da altı seneye yakın bir tecrübe edindim. Daha sonra üç sene kadar da DB Mimarlık’ta çalıştım. Bu süre zarfında, hem çeşitli konularda hem de farklı ölçeklerde projelerde yer aldım. Havalimanı projelerinden ofis projelerine, konut projelerinden AVM projelerine, kamu yapılarından özel yapılara yayılan çok geniş bir skaladan bahsediyorum.2009 yılında hem dinlenmek hem de kendi yolumuzu belirlemek üzere nevi şahsına münhasır küçücük bir ofis kurduk. Yarışma yapmaktı maksadımız. Ofisi açtığımız günden itibaren sürekli yükselen bir ivme ile iş aldık. Sanırım bu, aldığınız işi hakkıyla yapmakla alakalı. Her aldığımız iş bir diğerine referans oldu, iş sayımız artarak devam etti. İyi bir tempo ile çalışıyoruz ve bunun üretkenlik için gerekli olduğunu düşünüyoruz. Ofisimizi Kuzguncuk’ta açtık. Sakinliğini sevdiğimiz bu muhiti bırakmayı da düşünmedik bu nedenle de üç sene önce yeni ofisimizi yine Kuzguncuk’ta tutma kararı aldık.

Ezgi Tezcan: Peki sıçrayışlar tanımlar mısınız, ofis için dönüm noktası olan projeler neler?

Abdurrahman Çekim: Maxx Royal projemizin, ofisin hem yurt içinde hem de uluslararası camiada bilinirliğine çok katkısı oldu. Bu anlamda Maxx Royal öncesi ve sonrası şeklinde bir ayrım yapmak mümkün. Sıçrama diyebilir miyiz bilemem ama deneyim anlamında ciddi bir katkı sağladı; 180.000 metrekare alana yayılan ve 110.000 metrekare toplam inşaat alanına sahip büyük bir projeydi zira. Proje sonrası hem yurt içinden hem de yurtdışından yoğun bir işveren iletişim talebiyle karşılaştık. Projelerimizin çeşitliliği ve niteliği artarak devam etti. Tabi ulusal yarışmalara da aldığımız ödüllere bu projeyle yenileri eklendi. Sözgelimi Turgut Cansever Ulusal Başarı Ödülü, Sign Of The City kapsamında “En İyi Tasarım Ödülü”, Genç Mimar Ödülü vb. ödüller aldık. Projemiz aynı zamanda World Architecture Festival’de finalist oldu.

Ezgi Tezcan: Çok farklı mimari programlara sahip işler gerçekleştiriyorsunuz. Bunlar arasında geçişi nasıl sağlıyorsunuz?

Abdurrahman Çekim: Bizi heyecanlandıran nokta tam da bu aslında. Yaptığımız iş, bir konut projesi de olabiliyor, bir okul ya da bir otel de. Yeri geldiğinde kentsel tasarım projeleri de yapıyoruz. Şu an devam etmekte olan Beykoz Kentsel Planlama Projeleri, Gebze Küçük Sanayi Sitesi, Fethiye’de iki otel, Beykoz’da okul projesi, Çamlıca’da villa projesi, Zeytinburnu’nda konut yerleşkesi var örneğin. Bambaşka ölçeklerde ve konularda çalışıyoruz. Bir programa, konuya ya da yere angaje olmadan çalışmak da bizi canlı tutuyor. Dolayısıyla bir konuda uzmanlaşmak yerine konular arasında gidip gelmenin üretime zenginlik kattığını ve farklı bakış açıları kazandırdığını düşünüyorum. Herhangi bir konuda edindiğimiz bir bilgi, başka bir yerde karşımıza çıkıyor. Söz gelimi bir okul projesinde kurduğunuz zemin; topoğrafya ile kurulan ilişki, bambaşka bir ölçek ve konu olan bir konut projesinde bize kazanım olarak dönüyor. Farklı yaklaşımlar geliştirmeyi sağladığı için kalıplara, şablonlara girmeden bakmayı tercih ediyoruz. Ofis içinde uzmanlaşmaya dayalı bir dağılım yapmıyoruz; tam tersi, öğrenilmiş önyargıların oluşmaması, belli bir tarz ve stile saplanmamak ve kalıpları kırmak adına bu geçişleri yapıyor ve bunu korumaya çalışıyoruz.

Öte yandan mesleki uzmanlaşma, 18. yüzyıldan itibaren inşaat mühendisliği, mimari, peyzaj, iç mimari ve dekorasyon; daha sonra da aydınlatma, cephe danışmanlığı gibi teknik alanlarda da kendini gösteriyor. Bir proje yaparken danışmanların sayısı bazen on beşi bulabiliyor. Mimarlığın bir de böyle bir yönü var, fakat tasarım söz konusu olduğunda bu ayrışmanın olmaması gerektiğini düşünüyorum. Uzmanlaşma ve kalıplaşma birbirine son derece paralel bir şekilde ilerliyor. Söz gelimi ağırlıkla konut tasarımı üzerine çalışan bir ofiste “Konut dediğin ancak bu şekilde yapılır, konut bu şekilde tariflenir.” gibi kalıplar ve öğrenilmiş önyargılar oluşmaya başlıyor. Fakat farklı disiplinleri bir araya getiren bir ofiste bu kalıplaşmadan uzak, birçok şeyi ters düz eden, bambaşka noktalardan görebilen bir bakış açısı kazanabiliyorsunuz. Bir konu üzerinde çok durmak, onu çok yapmak; yani tecrübe denilen şey, çok çabuk dezavantaja dönüşüp mimari niteliği ortadan kaldırabiliyor. Dolayısıyla teknik olarak uzmanlaşmanın yarattığı kategorik kulvarlarla, mimari tasarımdaki uzmanlaşma meselesinin farklı yerlerde durması gerektiğini düşünüyorum.

Ezgi Tezcan: Mimarlık, ardında entelektüel bir birikim de gerektiriyor. Tasarımlarınızda sizi besleyen kaynaklar neler?

Abdurrahman Çekim: Biz her bir projeyi bir sorun olarak ele alıp araştırmacı yollar izliyoruz. O projenin ardındaki tüm verileri; sosyolojik, ekonomik, coğrafi boyutlarını, o durumla alakalı her şeyi araştırarak beslenmeye çalışıyoruz. Bizim en büyük kaynağımız bu deneysellik ve araştırma. Projeler de bizim için birer öğrenme süreci olarak işliyor, çünkü araştırdıkça öğreniyoruz. Öğrendikçe projeyi geliştiriyoruz. Yaklaşımımız, projenin sınırlarını çizip onun ne olacağını belirlemekle başlamaktan çok süreç içinde neye dönüşeceğini keşfetmeye yönelik. Bu anlamda sürecin bize kattıklarını çok önemsiyoruz. Birbirimizi ofis içinde de bu şekilde besliyoruz. Öğrendiklerimizi ortama sunarak birbirimize katkı sağlıyoruz. Birikimimizi projelerle elde etmeye çalışıyoruz.

Ezgi Tezcan: Mimarlığın başka disiplinlerle kurduğu ilişkiler nasıl ilerliyor sizce?

Abdurrahman Çekim: Mimarlık özünde çok disiplinli olması gereken bir iş, çünkü kentin her alanını etkileyen pek çok boyutu var. Dolayısıyla, bu ilişkilerin kurulması gerekiyor ama genel olarak, belki mimarlığın genel yapısı belki de toplumsal olarak belli gelişmişliği yakalayamadığımız için kendi yağımızda kavruluyoruz. Kendi kendimize bir yerlere yürümeye çalışıyoruz. Oysa, projelerin dahil oldukları çevreyi değiştirici, dönüştürücü rolünü araştırmak, işin sosyolojik boyutunu bilen birileriyle tartışmak ve katılımcı bir ortam sağlamak lazım. Fakat bunu pek beceremiyoruz. Yurtdışında Dolmus Architekten ile işbirliği yürütüyoruz. Orada bir meydanla ilgili karar verileceği zaman, sözgelimi o mahalledeki bir ekonomist, bir psikolog ya da sosyolog, bir mimar, kamu yönetiminden birileri ve şehir plancısı mutlaka jüriye katılıyor. Yapılacak meydanın kenti nasıl etkileyeceği, nerelere götüreceğiyle alakalı; işin ekonomik, sosyolojik ve yönetimsel boyutlarının irdelendiği çoklu ve katılımcı bir karar mekanizması geliştiriliyor. Bizdeyse hala tepeden inme kararlarla işler yürüyor. Disiplinler arasında bir kopukluk olduğunu düşünüyorum. Bu durum ancak bizden birkaç nesil sonra yoluna girecek sanırım, bu konuda biraz karamsarım.

Ezgi Tezcan: Genç mimarlar ve aktörler olarak mimarlık ortamını ve geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Abdurrahman Çekim: Mimarlar olarak ortamın aktörleri miyiz değil miyiz bir soru işareti benim için. Şöyle ki, bir yapının ya da mimari bir pratiğin üretilmesi bir süreçse, mimarlar bu sürecin neredeyse ortasında dahil oluyor. Onun öncesinde işverenler, yatırımcılar, kamu yönetimi ve yöneticiler gibi bir sürü kurum bir araya gelerek, ki son dönemde buna proje yönetim ofisleri, araştırma firmaları gibi aktörler de dahil oldu, karar mekanizmasını geliştirmiş oluyorlar. Mimarınsa en son haberi oluyor. Kentsel dönüşüm yapılacaksa örneğin; konut alanlarının değişimi, sıfır kotunun işlevi, kentle kurulacak ilişki gibi bir sürü hikayenin kararı önceden, mimarsız ve diğer uzmanların görüşleri de alınmadan tepeden inme bir şekilde veriliyor. Bazen de siyasi organlar karar mekanizmaları geliştiriyor, biz mimarlar sürece her türlü sonradan dahil oluyoruz. Dolayısıyla, ortamın ne kadar aktörüyüz, bu bir soru işareti.

Bu yüzden karar mekanizmaları geliştikten sonra bunun neresinde yer aldığımıza yönelik bir cevap verebiliriz. Mimari üretim aslında bir sürü birikimin fiziksel karşılığı olarak tezahür ediyor. O fiziksel karşılık, insanların davranışlarını ve yaşam tarzlarını etkileyecek kararları bünyesinde barındırıyor. Bu noktada kişisel deneyim ve araştırmalarımız doğrultusunda kentle, dokuyla, yerle alakalı bildiğimiz doğruları projeye aktarmaya çalışıyoruz. Karar vericileri bazen doğrudan bazen de dolaylı ilişkiler üzerinden ikna ederek o doğruları uygulamaya gayret ediyoruz. Bugüne kadar da bunu başardığımızı düşünüyorum. Hakikaten duyarlı bir noktada durup iyi bir aktarımla, daha önce verilmiş kararların yumuşak karnını bularak projeyi iyi bir yöne evirebiliyorsunuz.

1999 - 2000 senelerinde internetin, sosyal medyanın hayatımıza dahil olmasıyla mimarlıkta da bambaşka bir mecra oluşmaya başladı. Gündelik olarak üretilen bilginin haddi hesabı yok. Beğeni ve görgülerimizi besleyen mi demek daha doğru ya da belirleyen mi ondan çok emin değilim, onlarca bilgi ve ürünü görme şansımız / şanssızlığımız var artık. Ürettiğiniz bir şey dünyanın her yerinde anında görülebiliyor ya da dünyanın herhangi bir yerinde üretilen bir bilgiyi anında siz görebiliyorsunuz. Bu çeşitlilik mi getiriyor yoksa kısır bir döngüye mi götürüyor, o da bir soru işareti. Çoklu bir ortam gibi duruyor fakat nihayetinde en çok tercih edilenler en öne konuyor. Mimarlık portalları da en çok tercih edileni empoze ediyor. Dolayısıyla, bu çoklu üretimden haberdar olmak bir yana, belli skalalara girmiş ürünler mimarlık camiasının gündemine taşınıyor. Dolayısıyla bu çokluk mu, yoksa her geçen gün daha da azaltılmış, herkesin tekilleşmeye başladığı, aynı zihnin ürünleri mi, bunu merak ediyorum. Herkesin bir şekilde aynılığa süpürülmesi, devasa bir ortam gibi duran şeyin çok da öyle olmadığını mı gösteriyor, izleyerek göreceğiz.

Ezgi Tezcan: Yarışmalar konusunda nasıl bir tutum izliyorsunuz? Yarışma ve ödüllerin mimarlık ortamına katkısı nedir sizce?

Abdurrahman Çekim: Yarışmaların ofisi diri tutan tarafları var. Piyasadaki koşullara ayak uydurmadan, işverenlerin taleplerine göre üretmek yerine, olması gerekeni gerçekleştirdiğimiz için her proje bizim için bir yarışma projesi gibi. Biz bir yarışmaya nasıl hazırlanıyorsak, her projeye de öyle bakıp o gözle üretiyoruz. Az sayıda yarışmaya katılıyoruz ama uzak durmamaya da çalışıyoruz.Ödüllerin de, kendi kendinize uğraştığınız konuları görünür kılması açısından iyi bir yönü var. Kısmen kendi içine kapanık insanlar haline geldi mimarlar, bunda yoğun çalışma temposunun da etkisi var, dolayısıyla kıyaslamada referans noktası bulmak zor oluyor. Ödüller de “doğru yerde duruyoruz, iyi bir şey yapıyoruz” dedirtiyor. Son dönemde yarışmalardan ziyade tamamlanmış yapılar üzerinden ödüller aldık. Bunların hepsini değerlendirdiğimizde, evet çok uğraştık ama değdi diyoruz.

Bu Ayın Bülteninden

683d62197c79b2c6ef806a486dbf180b (1)
Proje

Performansı Genişletmek

Chicago’nun kuzeyinde, Glencoe banliyösünde inşa edilen tiyatro binası, bölge halkını bir araya getirecek ve sosyal etkileşimleri tetikleyecek bir yaklaşımla ve esnek bir tasarım diliyle kurgulanmış. Studio Gang tarafından tasarlanan yapı, Writers tiyatro grubuna hizmet ediyor. Yapının bölgede kültürel bir odak noktası olarak işlemesi ve bölgeye hareketlilik katması isteniyor.

İncele Angle Right