Arama yaptığınız metin en az 3 karakter olmalıdır.
Örnek: Modernizm, Söyleşi, Mimarlar Konuşuyor

Kalebodur Mimarlara Bülten'de bu ay, üretimlerini İzmir’de gerçekleştiren İki Artı Bir Mimarlık ekibinden Ferhat Hacıalibeyoğlu, Deniz Dokgöz ve Orhan Ersan ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Güzin Öztok: Üretim modelinizi ve ofis yapılanmanızı anlatır mısınız?

İki Artı Bir Mimarlık: Türkiye’deki mimarlık ofislerinin çoğunluğunun geleneksel üretim modelini düşünürsek bu model içerisinde kendimizi tanımlamamız mümkün görünmüyor. Özellikle konut üretim pratiği içerisinde varlığını sürdüren bir ofis hiçbir zaman olmadık. Bu noktada, konut üretiminin dayatmacı tercihler üzerinden inşa sürecinde etken olması alan dışına çıkmamıza neden oldu diyebiliriz. Dolayısıyla mimarlık üretme pratiğimizi yarışmalar ve bu yarışmalar ile birlikte çalışmaya başladığımız kurumlar üzerinden yürütüyoruz. Ofis yapılanmamız üç kişilik çekirdek kadro ve bu kadroyu besleyen iki kişilik çalışma arkadaşlarımızdan oluşuyor. Çekirdek kadromuzun iki üyesinin Dokuz Eylül Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalıştığı düşünüldüğünde, ofis yapılanmasının ana omurgası tek kişi üzerinden yürütülüyor diyebiliriz.

Güzin Öztok: İzmirli bir ekipsiniz, İstanbul’a göre çok daha az iş alanı mevcut, bu nedenle görece daha zor bir sürecin içinde olma ihtimaliniz artıyor. Öte yandan üretim açısından İzmir’de olmanın önemli bulduğunuz olumlu yanları da olmalı öyle değil mi?

İki Artı Bir Mimarlık: Hayatın her alanında merkezi bir üretim alanı olan İstanbul’a göre İzmir ve diğer iller taşra olarak kalıyor. Dolayısıyla burada üretilen işlerde de özel sektör baz alındığında İstanbul hegemonyasının olduğunu görmek çok zor değil. Bu noktada bağlantıların ve bu bağlantılar üzerinden işlerin verilme biçimi düşünüldüğünde yarışmalara yönelimin nedeni daha net görünüyor. İzmir’in gündelik yaşam koşullarındaki rahatlığı ve ölçeği dışında, burada olmanın üretim alanında olumlu herhangi bir yanı olduğunu düşünmüyoruz.

Güzin Öztok: Türkiye’deki mimarlık ortamının neredeyse bir zorunluluğu olarak genç ekipler sadece yarışmalara katılarak kendilerini gösterebiliyorlar, üretim alanları yarışmalar üzerinden şekilleniyor. Öte yandan kazanan projelerin uygulanmama gibi bir problemi de var ve bu, uygulama deneyimini elinizden alıyor diyebiliriz. Siz de yarışmalara katılan bir ofis olarak bu duruma karşı nasıl bir yol haritası çıkardınız?

İki Artı Bir Mimarlık: Söyleşinin başında da belirttiğimiz gibi özgürlükçü mimarlık üretim alanı olarak gördüğümüz yarışmalar bizim var oluşumuzu sağlayan en önemli güç. Fakat işin uygulama kısmına gelince bu güç sekteye uğruyor. Normal şartlarda yarışmada birinci olduğunuz yapıların uygulanmasını bekliyorsunuz fakat bu konuda ülkedeki en şanssız ekiplerden birisiyiz sanırım. Kazandığımız beş birincilikten sadece biri uygulandı ve diğer bir tanesinin uygulamalarını çiziyoruz, eşdeğer ödül olarak kazandığımız dört yarışmadan ise biri hariç ses seda yok diyebiliriz. Bu duruma ilişkin bir yol haritası çıkarmak ne kadar mümkün bilemiyoruz. Öyle ki yarışmaya katılırken her zaman birinci olmak gibi bir hedefimiz olmuyor. Yarışma sonrası süreç ise hatları keskin biçimde kavranabilen, tanımlı ve tarifi olası bir durum olmadığı için, böylesi muğlak bir ortama dair öngörüde bulunarak bir yol haritasının varlığından söz etmenin doğru ve gerçekçi olmadığını düşünüyoruz. Diğer taraftan son dönemlerde yarışma sonucu elde edilen projelerinin genel anlamda sonuca ulaşması konusunda bir artış olduğunun da altını çizmekte yarar var.

Güzin Öztok: Neler izliyor ve okuyorsunuz? Beslendiğiniz, üzerine düşündüğünüz ve tasarıma katkı sağlayan diğer alanlar nedir sizin için?

İki Artı Bir Mimarlık: Belgesel ve festival kanallarını izliyoruz demeyeceğiz. Güncel ulusal ve uluslararası mimarlık yayınlarını takip etmeye çalışıyoruz.

Bu Ayın Bülteninden