Söyleşinin tamamını izlemek için tıklayın.
Celal Abdi Güzer: Türkiye’de mimarlık genellikle kişilere takılarak gelişiyor, en fazla bir aile ofisi olarak devam ediyor. Yurtdışında çok yaygın olan mimarları kurumsal yapıya katma alışkanlığı yok burada. Bu anlamda sizin durumunuz bunu kıran birkaç örnekten bir tanesi. Bu noktaya nasıl gelindi?
Hüseyin Bütüner: 1987’de ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldum ve geçtiğimiz yıl mimarlık ortamındaki otuzuncu yılımı tamamladım. Mimarlık serüvenimi anlatmak için de bu yılları üç ayrı döneme ayırabiliriz. İlk on yıllık dönem, heyecanlı gençlik dönemimiz: Mezun olur olmaz bir yıl Çinici Mimarlık’ta, ardından yaklaşık bir yıl kadar da TH İdil Mimarlık’de çalıştım. Aynı dönemde Hilmi Güner ve Ali Osman Öztürk ile birlikte birtakım işbirlikleri ve yarışmalar yapıyorduk. TH İdil Mimarlık’ta gördüğüm motivasyonla, yarışmaların iyi bir çıkış sağlayabileceğini düşünüyorduk. Hilmi Güner ve Ali Osman Öztürk ile 1991 yılında Saraçlar Çarşısı yarışmasını kazanmıştık. Bu vesileyle Artı Tasarım olarak üçlü meslek hayatımıza profesyonel büro kurarak başlamış olduk. O yarışma başta çok keyifliydi, Anıtlar Kurulu da konuya dahildi. Fakat ardından belediyenin çekilmesiyle yaklaşık 200 esnafla anlaşarak o çarşıyı yaptık ve süreç oldukça sancılıydı.
Celal Abdi Güzer: Katılımcı, büyük ölçekli, kentsel girdileri ve çıktıları olan bir projeydi bu ve koruma konusu da içeriyordu. Bu anlamda çok özel ve daha önce denenmemiş bir proje süreciydi.
Hüseyin Bütüner: Proje süreci oldukça ilginçti dediğin gibi, katılımcı ama aslında her kafadan ses çıkan bir ortamda yeni mezun birileri olarak bir işi tamamlaya, yürütmeye çalışırken çok zorlanmıştık. Projemiz konsept safhasında çok iyiydi. Hatta rahmetli Raci Bademli kentsel mekan tipolojisine yeni bir tip kattığımızı söyleyerek bizi müthiş onurlandırmıştı: Rampalı meydan ve altında da bir çarşı.
Celal Abdi Güzer: Bir de açık ve kapalı alanlar ilginç bir doku içinde bütünleşiyor ki o çok önemli.
Hüseyin Bütüner: Sonuç üründen biz çok memnun olmadık, hatta hayal kırıklığı yaşadık diyebilirim. Devamında başka yarışmalar da yaptık üçlü olarak. 1988-1998 yılları arası çok zorlu bir dönemdi, iş imkanları ve yarışmaların sayısı çok azdı ve bu süreç istediğimiz gibi gitmedi. 1998’de Ali Osman Öztürk ile ayrıldık; 1998-2008 arasında Hilmi Güner ile devam ettik. Deneyimlerimiz de arttığı için daha iyi bir dönemdi. Yarışmalara davet edilir olmuştuk ve kazandığımız yarışmalarla Saraçlar Çarşısı’nda yaşadığımız talihsizliği ve mimari özgüven sorununu aşma şansı bulduk. Ardından çeşitli sebeplerle 2008’de de Hilmi ile ayrılma kararı verdik. İlk dönemde sancılar nedeniyle; ikinci dönemde ise varlık paylaşılamadığı için ayrılık söz konusu oldu. Ben hep ekip halinde çalışmayı seven ve buna inanan biri oldum. Açıkçası o zaman ofis idaresinden de çok anlamazdım, ekip arkadaşlarımın desteği sayesinde tek başıma bu yola çıkabileceğimi gördüm. 2008’den bu yana da, bize zarar vereceğini düşündüğümüz işleri almayarak, çizgimizi ve sağlam duruşumuzu değiştirmeyerek ofisi sürdürebildik.