Söyleşinin tamamını buradan izleyebilirsiniz.
Celal Abdi Güzer: Sizin aslında dönemleriniz var. Mezuniyet, yurt dışı deneyimleri, Türkiye’ye dönüş, burada küçük ölçekli bir ofis, ardından bilinçli bir kararla mı, istemeden mi oldu bilmiyorum ama büyümüş bir ofis ve şu anda da Bodrum. Çok kısa bu süreci dinleyebilir miyiz sizden?
Erkut Şahinbaş: ODTÜ’ye dönersek, bizim mezun olduğumuz tarihlerde şu an var olan mimari birikim Türkiye’de hiç yoktu. Onun için Ortadoğu’nun bir özelliği şu oldu: Biz bilerek görmedik de görerek bildik. Nasıl? Ortadoğu’daki ikinci, üçüncü sınıftan sonra mimarlık fakültesinin çoğu talebesi yurtdışına gidip geldi, staj yapanlar oldu. Amerika’ya İngiltere’ye gidenler oldu; ben ve birkaç arkadaşım İskandinavya’ya gittik. Neden İskandinavya derseniz, hocalarımız Danimarkalı idi, Fin idi. Bunlar bizim açımızdan o senelerde çok önemliydi. Şimdi değil, neden değil? Çünkü 40-50 sene sonra Türkiye’de çok iyi uygulamalar yapılmaya başlandı. Seyahat imkanları arttı, öte yandan kitle iletişim araçları sayesinde internetten her şeye ulaşabiliyorsunuz. Bizim de şu açıdan avantajlarımız oldu: 20’li yaşlarda gidip bir Alvar Aalto binasını veya Le Corbusier yapısını görmek bir başka tecrübeydi.
Celal Abdi Güzer: Orada kimlerle çalıştınız?
Erkut Şahinbaş: Danimarka’ya, Paris’teki La Defense binasının mimarı Otto Von Spreckelsen aracılığıyla gittim. Kendisi ODTÜ’de hocalık yapmıştır. Orada o zaman akademi rektörünün bürosunda çalışmıştım, çok iyi bir büro ve çok iyi bir mimardı. Nitekim ben orada yüksek lisans yaptıktan sonra bana akademide de asistanlık imkanı tanıdılar. Dördüncü ve beşinci sınıftaki yabancı talebelere ders veriyordum. Ama döndüm iyi oldu, orada neticede hep yabancısın. Burada iş yapmak, mimarlık açısından büyük bir keyif tabi. Orada bu imkanları mümkün değil bulamazdık. Ortadoğu’ya döndüm, orada hocalık yaptım bir on sene kadar. Şimdi Bodrum’da oturuyorum ama geriye baktığımda başka şeyler görüyorum. Para kazanma gailesi ortadan kalkınca dünyaya daha farklı bakıyorsunuz. O açıdan çok rahatım ama mimarlık faaliyetlerini tabi ki izliyorum, büyük keyif.
Celal Abdi Güzer: Trabzon Spor Salonu yarışmasıyla başlayan bir dönem var arada, sonrasında Ankara’da Bilkent kampüsünün yapılması var. Buna kırılma noktası der misiniz?
Erkut Şahinbaş: Tabi Bilkent’i tümüyle ben yapmadım, 8-10 tane binaya dahil oldum ve de orası çok süratli yapıldı. Bir misal vereyim, Müzik Fakültesi'nin, ki 20.000 metrekare civarında alana sahiptir, projelendirilmesi ve yapımı bir senede tamamlandı. Çok büyük bir hızdı. Türkiye’deki ilk özel üniversite olduğu için her şeyin çok süratli yapılması gerekiyordu ama neticede o, çok güzel bir misal oldu arkasından gelen üniversitelere. Türkiye’ye çok başka bir pencere açtı.Orada ben o tarihte rahmetli İhsan Doğramacı hocaya bir ev yapmıştım, o çok başkadır. Bir daha öyle bir ev herhalde yapmam. Bir üniversite eviydi ve evin içinde bir evdi. Hiç unutmam, ben tasarımı yaparken arada ofise gelirdi; bir yemek odası yapmıştım 12 kişinin oturabildiği, “Olur mu efendim, 48 kişi oturacak burada.” dedi. Tabi bütün tasarım değişti, çok değişik bir ölçekle karşı karşıya kaldık. Bir mimar için ev yapmak zaten çok zor bir konu; büyük bir ev yapmak, evin içinde ev yapmak daha da zorlu. Fakat o süreç çok öğretici oldu.