Celal Abdi Güzer: Mimarlık, dirsek teması içinde olduğu -mühendislikten başlayarak felsefeye, sanata, ekonomiye, belki edebiyata kadar- disipliner alanları kapsayan bir tartışma yaratıyor. Dolayısıyla bunları ve mimarlık eğitiminin bütün bunları içermesi üzerine konuşalım istiyoruz. Çünkü aslında bütün bunlara duyarlı, eleştirel mesafesini koruyabilen, eleştirel bir şekilde bakabilen bir kuşağın gelmesine duyulan ihtiyaçla ilgili bir öncelik var. Şu anda İzmir’deyiz üstelik ve İzmir tasarım ortamına ve yaratıcılığa katkı sağlamında çok da doğurgan. Ve bütün bunlar aslında bir resmi tanımlıyor.
Nevzat Sayın: Bir süredir eğitimle yakın birisi olarak şöyle bir şey geliyor aklıma: Mimarlık öğrencilerinin mimarlıkla ilişkisinde derin bir problem var. Bu mimarlığın ne olduğu, ne işe yaradığı konusundan başlıyor. Özellikle son zamanlarda eğitim kurumlarının da hatırı sayılır desteğiyle, bir mimarlık öğrencisinin, mimar olduğu zaman ne yapacağından mimarlık eğitiminin nasıl bir şey olduğuna varıncaya kadar meseleleri tam anlayamamasından kaynaklanan bir problem var. Dolayısıyla bunu düşündüğünüz zaman edebiyatla çok derin ilişkisi olan, müzikle, felsefeyle, tarihle çok iyi ilişkileri olan öğrencilerin bu beceri, bilgi ve meraklarını mimarlığa taşıyamıyor olmalarının önemli bir arıza oluşturduğunu ve onların iyi açılımlar yapabilecekken önlerini tıkayan bir başka sorun haline geldiğini fark ediyorum.
Mimarlığın diğer disiplinlerle ilişkisi konusunda mimarlık eğitimi ne yapıyor diye baktığımda görüyorum ki örneğin, mimarlığın dirsek teması olan mühendisliklerle ilgili olarak, mimarlık öğrencilerinin hemen hemen hiçbir şey yapmadığını fark ettim. Bir yapı strüktürel olarak nasıl ayakta durur? Mimarlık fakültelerinde yapı bilgisinden, inşa etmekten, temelden ve çatıdan söz etmek, neredeyse çok abes, çok sıradan bir şey gibi algılanıyor. “Yaratıcılıktan konuşmak varken bu da nereden çıktı?” Neden bu yapıda böyle bir çözüm var diye hiç üzerinde durulmaması ve konuşulmaması hiç gündeme gelmiyor; tersine abartılı, görkemli, fiyakalı birtakım yapıların daha ikonik nesneler olarak mimarlık öğrencileri için büyüleyici bir yere taşınması hiç konuşulmuyor. Otomatik olarak öğrenci bunu yapmaya başlıyor.
Han Tümertekin: sizin kuşak için çok tanımlı şöyle bir sorun olduğunu hepimiz biliyoruz: Dikkat dağıtıcı çok şey var. Pek çok disiplinle ilgilenebilme olanağının yanı sıra çok hızlı yön değiştirme imkanları var dünyada. Dolayısıyla -hele son yıllarda- bir mimarın koskoca dünyayı kurtarmak bir kenarda dururken bir yapısıyla meşgul olmasının da küçümsendiği bir atmosfer de var. Mimarlığın ve mimarların asıl güçlü olabilecekleri ve bu şekilde gerçekten daha iyi bir dünya yaratabilecekleri binalar üzerinden hareket etme seçeneği, ne yazık ki ciddi şekilde aşağılara düşmüş durumda. Bunun sorumluluğunu sadece eğitimi verenlere yükleyemeyiz. Oluşmuş bu atmosferden öğrencileri nasıl sakınabiliriz, onların zihinlerini bu kadar geniş tutarken ve bu zenginlikten onları beslerken nasıl “unutmayın, asıl işimiz şu kapıyı doğru yerde, doğru bir giriş senaryosu içinde, doğru boyutlarıyla ve inşa edilebilir, hayata geçilebilir kılmalıyız” diyebiliriz, bunu gözden kaçırmamak gerekiyor diye düşünüyorum.