Çok daha ince detayların çözülmesini mümkün kılan bir ölçekte çalışarak iç mekan tasarımları gerçekleştiriyorsunuz. Bu anlamda özellikle peşine düştüğünüz mekansal bir deneyimden söz edebilir miyiz?
İç mekan tasarımlarında detay kendini her biçim ve malzemede gösterebilir. Süreçte düşünülmesi gereken mekansal planlama, dolaşım, işlevsel gereklilik, renk, doku ve kavramsal açıdan birçok detay mevcut ve projelerde ne tür şeylere kafa yorduğunuz, bir şeyi neden yaptığınız çok önemli. Tabii her ekibin kendine göre önemsediği temel kavramlar mutlaka vardır; ama bizim ilgimizi çeken, üzerinde çalışmaktan mutlu olduğumuz, oluşturduğumuz tasarımdaki denge ve ışığın ortamdaki etkisi. Konut projelerinde kullanıcıların rutin olarak kullandıkları mekanlarda, mekanlar arası geçişlerdeki dengeyi malzeme ve doku benzerlikleriyle bütünleştiriyoruz. Örneğin, bir ebeveyn odasındaki yatak ve banyo arasındaki mekansal algıyı yok denecek dereceye indirdiğimizde çözümlememiz gereken, zemindeki malzeme geçişleri ve mekandaki doğal ışığın hakimiyeti oluyor.
Ürün tasarımı da mekanın bir parçası olarak sürece dahil oluyor mu?
Ürün tasarımının, iç mimari ölçekte mekanın bir parçası olarak sürece dahil edilmesi illa ki gerekiyor. Mekanı tanımlayıcı tasarım öğeleri, mobilyalar, teknik detaylar tamamen tasarımcının karar vermesi gereken unsurlar haline geliyor. Mekana dair kararların tümüyle tek bir kişiden çıkması, elbette ki kurgulanan tasarımda dil birliğinin sağlanmasını ve vermek istediğimiz mesajı bir bütün olarak yansıtmamızı sağlıyor.
Özellikle genç ve yeni ofislerin üretim eğrisi, iç mekan projeleriyle başlayıp giderek ölçeği büyütmek yönünde ilerliyor. Bu sizin için de geçerli mi? İç mekan tasarımları bir başlangıç mı tanımlıyor?
Bizim ana hareket alanımız iç mimari, fakat yapılan işin gereksinimleri doğrultusunda tasarımın doğası gereği çeşitli disiplinlerden faydalanıyoruz. İki sene önce yaptığımız 4000 m2’lik alana sahip özel site projesi, bizim mimari ölçekte yapmış olduğumuz ilk büyük proje. Mimari konut planlamaları taslak olarak hazırlanmış bir projeydi bu ve bize düşen, konut cephe tasarımları, vaziyet dolaşım alanları ve sosyal alan tasarımlarıydı. İç mimari ölçek, proje gereği iç-dış ilişkisi bağlamında ele alınmasını gerektiğinden, zamanla ölçek de büyütmek gerekiyor.
Mevcut bir yapının cephesini bir kabuk olarak değerlendirip, amaca yönelik biçimlerin ötesinde düşünüp fikirlerimizi uygun malzemeler ile tasarımsal açıdan ifade etme amacı güdüyoruz.
Ekip olarak, iç mimari ölçek dışında, mimari ölçekte tasarımlar da yapıyoruz. İç mekan tasarımı uzmanlık alanımız olduğundan, bulunduğumuz çizgiyi ve tasarım ölçeğini zamanla büyütmek, ilerlemesini sağlamak mesleki açıdan farklı bir bakış açısına sahip olabilmeyi sağlıyor.
Gençler mesleki pratik içinde pek çok sorunla yüzleşmek zorunda kalıyor ama öte yandan tasarlanmış olana yönelik bilincin ve ilgilinin de arttığı bir ortamdayız. İşveren ve kullanıcı ile iletişim kurma noktasında ortamı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ticari mekan projelerinde, işverenler tabi ki öncelikli olarak kullanıcının gereksinimlerini gözetmek zorundalar ve ticari altyapıları dolayısıyla bunun farkındalar. Tasarım konusuna ilginin arttığı bir gerçek, fakat bu ilgi artışının tasarım bilinci veya bilgisi anlamında bir artma gösterdiğine katılmıyoruz. Müşteriler, gerek ticari mekan gerek konut müşterisi olsun internet sayesinde bir bilgi ve görsel yığınının içine düşüyorlar adeta, benzer ve popüler tarzlarda işlerin görselleri ile çıkıyorlar karşımıza. Bu sebeple de özellikle İstanbul’da yapılan işler giderek birbirine benziyor bizce. Tasarımcının nitelikli, bilgi ve vizyon sahibi olması müşteri üzerinde pozitif etki oluşturabiliyorsa farklı ve özgün mekanlar ortaya çıkıyor. Projelendirme sürecinde, müşteri ile fikir alışverişi esnasında bu örnekler vasıtasıyla müşterinin kendi tarzı ve beğenilerini fark etmesi için çabalıyoruz ve bu bilgi ışığında ilerliyoruz. Bu sürecin sonunda müşteri odaklı, fakat özgün işler ortaya çıkartabiliyoruz.
Tasarım anlamında değişen kaygılar, beklentiler ve türetilen yeni yaklaşımlar doğrultusunda mimarlığın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Genel anlamda dünyadaki mimari bakış açısında şöyle bir göz atacak olursak, mimari akımların zaman içerisinde fazlasıyla dallandığını, fakat etkin olan ana akımların etkisini sürdürdüğünü görürüz. Bu sürekli etki, bu akımların endüstriyel malzeme üretimi gibi bazı problemlere çözüm getirmesi ve günümüzün inşaat sistematiğini oluşturması sebebiyle böyle. Tasarım, bütün bu bilgiler ışığında kendine önemli bir yer edinebilmiş, insan gereksinimlerine en doğru ve akılcı çözümleri getirebilmiştir. Basit ve gösterişten uzak bu akılcı çözümlerin endüstrinin hakim olduğu günümüzde öneminin anlanması ve benimsenmesi bir gereksinim. Avrupa ülkeleri bu anlayış ve yönteme ne kadar önem verdiklerini modern mimari eserler ve mekanlarla ortaya koymaktadır.
Türkiye’de ise bu durum biraz farklı; güzel ve lüks algımız tabi ki diğer Avrupa ülkelerine göre farklılık gösteriyor. Mimari, her şehirde olduğu gibi İstanbul’da da hayatlarımıza en ince ayrıntısına kadar giriyor ve şekillendiriyor. Nasıl yürüyeceğimizi, nereye bakacağımızı, neyi ne kadar hatırlayacağımızı belirliyor.
İstanbul tarihin neredeyse her döneminde işçilik ve zanaat ile öne çıkan bir şehir, dolayısıyla bu gelenek Türk insanının genlerine işlemiş durumda. Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin zengin ve ihtişamlı hali, Ermeni mimar, mühendis ve tabi ki ustaların inanılmaz işçilik ve eserleri günümüzde de Türk insanının güzellik anlayışını hala yansıtıyor.
