Söyleşinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Celal Abdi Güzer: Siz daha önce bir yerde, PR kısmını çok öne çıkarmayı tercih etmeyen bir mimar olduğunuzu söylemiştiniz. Bunun arka planında ne yatıyor? Avusturya ekolünden geliyorsunuz.
Şevki Pekin: Ben Akademi mezunuyum.
Celal Abdi Güzer: Lisans, değil mi?
Şevki Pekin: Benim okuduğum devirde lisans / lisansüstü ayrımı yoktu. Ben lisansüstünün bir kademe üstünde bir dereceyle mezun oldum. Onlar “magister architekt” diyorlar Akademi olarak. Yani devlete başvurduğunuzda “master”lı ve “magister”li iki mimar varsa, “magister”li olan biraz daha üst seviyede oluyor Avusturya’da.
Celal Abdi Güzer: Kaç yıl okunuyor bunun için?
Şevki Pekin: Yılı yok. Bizim okul çok farklı bir okuldu.
Celal Abdi Güzer: Aslında bu konu çok ilgimi çekiyor. Bir de Viyana Teknik ile Viyana Güzel Sanatlar Akademisi arasındaki farkı anlamak istiyorum; eğitim felsefesi, yaklaşımı açısından.
Şevki Pekin: Tabi, şimdi ilk bahsettiğiniz konu, benim biraz yayınlardan vs. geri durmamın ana sebebi, zannederim okulum. Ben Viyana’ya gittiğim zaman teknik üniversiteye her sene yaklaşık 150 öğrenci girebiliyordu. Girmek için de herhangi bir koşul yoktu: Lise mezunu ya da oradaki teknik liseden mezun olduğunuzda okula girebiliyordunuz. Akademi ise bir teknik bilgi sahibi olmanızı gerektiriyordu. Yani teknik liseden mezun olacaksınız veyahut da teknik üniversiteye gidip bir takım teknik dersleri almış olacaksınız. Sonra da bir giriş imtihanı oluyordu. Çok garip bir okuldu. Senede 10 kişi alıyorlardı. Dolayısıyla bütün okulun mevcudu maksimum 50 kişiydi. Okul boyunca 15 tane proje yapılıyordu. Bu projelerin böyle bir notu, geçtisi kaldısı, herhangi bir dersten bir imtihan vs. hiçbir şey yoktu. Yani projeyi yapıyordunuz; proje beğenilirse, tamam derse hoca, o proje bitiyor ve ondan sonrakine başlıyordunuz.
Celal Abdi Güzer: Demezse?
Şevki Pekin: Aynı projeye devam ediyorsunuz, olana kadar… Dolayısıyla ben çok kısa bir süre teknik üniversitede betonarme, statik, yüksek yapı bilgisi gibi dersleri aldım. Sonra imtihana girip Akademi’ye başladım. Onun için benim Viyana’daki eğitimim çok farklı bir yerde. O devirde bir diğer Akademi vardı: Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi, tercüme olarak. Bugünkü halinde değildi orası, bugün çok meşhur bir okul oldu.
Benim hocam olağanüstü bir adamdı, yani çok farklıydı. 1920’lerde 1930’larda modern mimarlık üzerine çok işler yapmış birisiydi. Sonra Yeni Zelanda’ya göç etmiş harp öncesi mecburiyetle. 1965-1966 yıllarında Avusturya hükümeti onu çağırıyor ve bu kürsüyü ona veriyor. O okulda bize öğretilen mimarlık da diğer yerlerden çok farklıydı çünkü hocayla karşılıklı oturuyorsunuz. Statik bilgisi öğrendik fakat statik dersi görmezdik, projede statik hocası benim yanıma gelirdi, yaptığım projenin statiğini çözerdik. Orada biraz, hocamın da tesiri olsa gerek, ön safhaya çok çıkmamayı öğrendik.
Geri çekilmemi de komik bir şekilde şöyle açıklayabilirim: Televizyonda bazen futbol maçlarını izliyorum, adam gol atıyor, sonra dizlerinin üstünde yerlerde kayıyor, herkes birbirinin üzerine biniyor. Proje yapmış bir mimarın, mahkeme kazanmış bir avukatın veyahut da ameliyattan çıkan bir doktorun koridorlarda dizlerinin üstünde kaydığını hiç görmedim ben. Böyle düşünüyorum, o yüzden biraz geri çekilmiş vaziyetteyim desem doğru olur.