Söyleşinin tamamını buradan izleyebilirsiniz.
Celal Abdi Güzer: Mimarlık ortamında çok sayıda derneğin adı geçiyor. Bunların bir kısmı doğrudan mimarlıkla ilgili, bir kısmı ise disiplinle dirsek temas içinde olan koruma dernekleri ya da Mimarlar Odası’nın da kurucusu olan Mimarlar Derneği 1927 gibi dernekler. Bir de genellikle derneklerle karıştırılan Mimarlar Odası var. Tüm bu dernekler mevcutken, otuz yıl önce, siz yeni bir dernek kurdunuz. Serbest Mimarlar Derneği’ni neden kurdunuz ve nasıl bir boşluğu doldurdunuz?
Yurdanur Sepkin: Özellikle gelişmiş ülkeler kurumlarını, politik ve siyasi endişelerle çok fazla revize etmezler. Dolayısıyla uygulama, baştan tespit edilen doğrultuda devam eder; geri dönüşler ve eksilmeler olmaz. Gelişmekte olan ülkeler -ki bunların arasında 1970’lerde bizim ülkemiz de vardı ve hala maalesef o çizgideyiz- kurumlarını belirledikleri hedefleri siyasi nedenlerle sürekli revize eder bu nedenle de çok fazla ileri götüremezler. Serbest Mimarlar Derneği’nin kurulma düşüncesi 1970’lerde tohumlandı. 1963’e kadar Mimarlar Odası’nın mimarlık uygulaması ağırlıklı bir gündemi vardı. Nitekim o döneme kadar görev alan yönetim kurulu üyelerinin hepsi meslek pratiğinin içinden yetişmişlerdi. Fakat 1963’ten sonra genel kurulların çizgisi değişti. Ülke sorunlarıyla ilgilenirken mimarlık pratiğinin sorunlarından uzaklaşan bu çizgi mimarları, mesleği sürdürmeye çalışan bizleri, oldukça rahatsız etti. Bunun üzerine 1970 yılında, yalnızca mimarlık mesleğiyle ilgilenen bir dernek kurmak istedik. 1972’de bunun için bir adım atıldı ancak yarım kaldı. Nihayet 1977 yılında ise peş peşe yapılan toplantıların sonucunda, aralarında benim de olduğum on kişiye dernek kurma görevi verildi. Bu on kişi, Melih Baturalp’in bürosunda gece yarılarına kadar çok uzun süre çalışıp yönetmelik hazırladı. Gerekli işlemler tamamlandıktan sonra da Dernekler Dairesi Başkanlığı’na müracaat edilerek dernek kuruluşu onaylatıldı. Tandoğan’daki Altınel Otel’de ilk genel kurul yapıldı. Böylece Serbest Mimarlar Derneği kurulmuş oldu.
Celal Abdi Güzer: Başladığı günden bugüne nasıl bir dönüşüm ve değişim gözlüyorsunuz? Kırılma noktaları nelerdir?
Coşkun Erkal: Türkiye’deki yapıların seviyesinin çok daha iyi düzeyde olması, mimarlığın saygıdeğer bir konum alması gibi konular hepimizi ilgilendirmeye başlamıştı. O dönemde üç önemli kurum vardı. Biri Mimarlar Odası idi. Türkiye’deki bütün devlet yapılarını organize eden, yarışmaları düzenleyen bir kurum olarak Bayındırlık Bakanlığı da çok önemli bir görev üstlendi. Bunların yanı sıra Avrupa’da harp çıkmış olmasının getirisi olarak oradan Türkiye’ye gelen çok önemli mimarların varlığı da hazır bilgi haznemizi genişletti. Bu mimarlar çeşitli örnekler getirdiler ve Türkiye’de de uygulamalar yaptılar. Bruno Taut da bunlardan biriydi. Kendisi çok önemli işler yaptığı gibi Atatürk’ün katafalkını da düzenlemişti. Bu heyecan mimarları öylesine sardı ki artık biz, Bayındırlık Bakanlığı’nın ve Mimarlar Odasının sınırları içinde kalmadan başka şeyler yapmak istedik. Önceleri küçük bir gruptuk, lokantalarda veya otel lobilerinde buluşup konuşarak gelişiyorduk. Bu heyecanla da organize olma ihtiyacı hissettik. Heyecan o kadar büyüktü ki bu heyecanlı ortam anlaşma noktasında bir parça sürtüşmeye doğru gitti ve bir ara verme ihtiyacı doğdu. Neticede, bu derneğin artık kurulması gerektiği düşünülerek çaba gösterildi ve dernek kuruluş noktasına gelmiş oldu. Artık Mimarlar Odası ve Bayındırlık Bakanlığı’nın yanında Serbest Mimarlar Derneği’nin de varlığı bilinir ve okunur hale gelmişti. Yapılan yarışmaların sonuçları radyolarda ilan ediliyordu. Mimarlığın saygıdeğer bir iş olduğu halka radyo, yani devlet aracılığıyla da iletilmiş oluyordu. Aramızda para toplayarak nihayet küçük bir daire sahibi olduk ve dernek, bir merkez haline geldiği için düşüncelerini daha derli toplu bir biçimde aktartır hale geldi. Türkiye’de yapı kalitesini yükseltmek isteyen çok sayıda mimar olduğundan sayımız yavaş yavaş artmaya başladı ve nihayet bugünkü seviyeye kadar geldik.