Celal Abdi Güzer: Mimarlıkla ilgili mükemmeliyet kavramı nedir? Detaya, malzemeye, incelmişliğe ilişkin bir şey mi yoksa yapı yaşam ilişkisine yönelik bir şey mi? Baktığım zaman iki şey çok dikkatimi çekiyor aslında. Ne tekrar ediyor diye baktığımda yapıların çoğu kendi kabuğu içinde bitmiyor. Hep dış mekanla bir geçiş ilişkisi içinde. Örtüler var, konsol altı var, arkad var, geçiş var... Bazı yapılarda çok açık bazılarında biraz daha belirsiz bir şekilde ama yapı hep bir tür çeperiyle çok boyutlu bir ilişki kurmaya çalışıyor. Dış mekanı kademelenmiş bir şekilde kapsıyor, içine alıyor, tanımlıyor. Bu da yapıya bir tür küçük ölçekte ve kendi çevresinde bile olsa bir bağlam değeri kazandırıyor. Benim gördüğüm çok önemli şeylerden bir tanesiydi bu. Aşağı yukarı bütün projelerde var diyebilirim böyle yarı açık mekanın programla tariflenmeyen bir unsurun programın doğrudan parçası haline getirilmesi ve birlikte ele alınaraka yapıyı oluşturması. İkincisi bir çok yapıda öne çıkan bir kesit hassasiyeti ve sürekliliği var. Yani bir ölçek hiyerarşisi, hem cephede okunabilen hem iç mekanda okunabilen hem kütle kompozisyonunda okunabilen bir şey. Dolayısıyla dışarıdan bu kademelenmiş yapıyı okumak mümkün olabiliyor. Bu nedenle malzemeye indirgenmemiş ama belli izler ve tutumlar var zaman içinde yerleşen. Böyle baktığın zaman mükemmeliyet nedir mimarlıkta? Peşinde koşulan şey nedir?
Fatih Yavuz: Jüri raporlarında, jürilerde hep söylenir: "Ne yapmak istedin? Ne sonuca vardın?" Yapmak istediğinle yaptığın arasındaki o boşluk meselesi... Bence mükemmeliyetçilik dediğimiz şey o aradaki boşlukla ilgili bir şey. Neye öncelik verdiğiniz kişiden kişiye değişik bir şekilde yorumlanabilir. Kimi detay üzerinden bunu yürütür, kimi derzlerin sürekliliğine kadar indirgeyecek bir matematik mükemmeliyetinin peşinde koşar, kimisi çok tarif edemediğimiz bir hissiyat peşinde koşar. Biz projelerde sınırların keskinliğini şu anlamda çok tartışırız; ara mekan meselesini önemsiyoruz. Mekanların arasındaki geçişin önemli bir şey olduğunu çokça tartışırız projelerde. İska'da çokça tartışmıştık, dinliyorsa Seden'le Ramazan hatırlayacaktır, yapılan ve çözülen projeler vardı orada ama tarif edemediğimiz bir şekilde bir şey daha istiyorduk, bulunduğu alanda kentsel bir boşluk olmayışı, bizim bunu sağlayıp sağlayamama sorgumuz bize yeni bir kapı açtı. Problem hamur şeklindeydi, yapının hacmen büyüklüğünü az çok biliyorduk, hissedebiliyorduk, ne kadar boşluk hakkımız var onları biliyorduk, hissediyorduk. Bu noktada onu hamur haline getirip onu kendi bakış açımızla yeniden bir kompozisyona dönüştürmek çok daha kolay oldu, çok hızlı oldu. Yanlış hatırlamıyorsam bir hafta gibi bir sürede proje yeniden çıktı. Ara mekan kavramı masada hep gündeme gelir, o sınırları eritmeye çalışırız aslında.
Emre Şavural: Niyetle sonuç arasındaki boşluk ne kadar azalıyorsa o kadar bizim zihnimizdeki ideale yaklaşıyor. Mükemmel de çok iddialı bir kelime, mükemmeli bulduk ya da bulamadık demek bizim işte çok mümkün değil. Bir de bunu süreçte söylemek zaten çok mümkün değil. İş bittikten sonra, vücut bulduktan sonra ya da proje aşamasında kalsa bile biraz daha ete kemiğe büründükten sonra uzaklaşıp meseleyi unutup başka zihinlerden ona yönelik eleştirileri dinledikten sonra niyetinizin ve yaptığınızın örtüşüp örtüşmediğini test edebiliyorsunuz. Dolayısıyla o süreç zaten şizofrenik bir süreç, bir türlü ideal mi değil mi tartışması hep masada. Geçenlerde deşifre etme sürecinde bir grafik çizmiştik, sürekli yükselen bir grafik var, bir notaya geliyor; meselenin zihinde hamur olduğu an, o anda hissedip bırakabildiğimiz işlerde artık stabil gitmeye başlıyor. Bundan sonra detaylarının çözülmesi, yapının inşaasına yönelik kararları barındırıyor. Ama bununla yetinmeyip daha fazla uğraşmaya başladığımızda bu sefer işin niteliği aşağı iniyor. Bu sefer kıymetli şeyleri geride bırakmış oluyoruz. Bunun reçetesi yok, biraz hissi.
Söyleşinin tamamını izlemek için tıklayın.