Arama yaptığınız metin en az 3 karakter olmalıdır.
Örnek: Modernizm, Söyleşi, Mimarlar Konuşuyor

Venedik Mimarlık Bienali'nde Neleri Sevdik?

Bir grup mimar ile birlikte Venedik Mimarlık Bienali’ni gezdik. 29 Ağustos ile 25 Kasım arasında ziyaretçilere açık olan ve çok sayıda uluslararası mimarın katıldığı bienal üzerine Türkiye’nin önde gelen mimarlarının yorumlarını sizlerle paylaşıyoruz.

Kalebodur Venedik Mimarlık Bienali’ni bir grup mimar ile birlikte gezdi. Bu yıl 13.’sü düzenlenen bienalin küratörü David Chipperfield’ın belirlediği tema Ortak Zemin idi. Ana sergisinin eski bir tersane yapısı olan Arsenale’de ve ülke pavyonlarının Giardini’de konumlandığı bienal, tanınmış mimarların yanı sıra genç yeteneklere de yer verdi.

Bienali birlikte gezdiğimiz mimarların etkinlik üzerine görüşlerini sizlerle paylaşıyoruz.

Ali Osman Öztürk: Venedik Mimarlık Bienali dünya mimarlık kültür ortamını izlemek, tartışmak açısından bizlere imkan sağlıyor. Türkiye’den geniş bir grup olarak katılmak ve ülkemiz mimarlığı üzerine konuşmak da önemli fırsatlardan biriydi. Fakat Türkiye standını Venedik’te görememek her defasında bizi üzüyor.

Atilla Kuzu: Bu seneki bienalde 2010 yılındaki bienale göre geri dönüşüm, yeşil bina, kendi enerjisini üreten yapılar, ekoloji gibi unsurların çok fazla işlenmediğini gördüm. Küratörün vermiş olduğu temanın etkili olduğunu düşünüyorum. Bu sene tüm ülke pavyonları içerisinde bana göre en etkileyici olan ise Rusya'ya ait idi. Günümüzün dijital teknolojisinin yansımalarını son derece özgün ve bu teknolojik kurguyu mekana yansıtış biçimi ile diğer ülkelerden farklılığını açık bir şekilde ortaya koymuştu.

Bu sene birçok pavyonda rastladığım ve oldukça fazla işlenen diğer bir tema da “ses” idi. Sesin mekana dair yansımalarını en çarpıcı biçimde işleyen ülkelerden biri de Sırbistan idi. Burada ki enstalasyon da mekanın tümünü bembeyaz dört bacaklı bir masa ve bu masanın altına yerleştirilmiş olan mikrofonlar sayesinde, ziyaretçilerin interaktif bir şekilde bu dev masayı ses sağlayan bir eleman olarak kullanmalarını sağlıyordu. Bienalde belki de en fazla tartışılan konulardan biri de bu anlamda yapılmış enstalasyonların mimari ile olan ilişkisi idi. Sergilenen bu kurguların, herhangi bir ressamın enstalasyonu olabileceği ve mimari ile bağlantısının sorgulandığı da bir gerçek, ancak günümüzde artık mimari denildiğinde içinde birçok sanatı barındırdığı, tüm sanatların ve hatta teknolojinin artık birbirinin içine girdiği, farklı olma fark yaratma kaygısının giderek daha da belirginleştiğini söylemek abartı olmaz.

Ben bu anlamda yapılmış kurguların, enstalasyonların gelişim ve daha ileriye adım atmak ve farklılaşmak adına katkılarının çok fazla olacağına inanıyorum.

Brigitte Weber: En görkemli sanat ve mimarlık festivallerinden biri olan ve dahilinde film festivalini de barındıran Venedik Bienali'ni, tekil bir algılama yerine bütüncül olarak değerlendirmeliyiz. Bienal bize bir süreç gösteriyor, mimarlık dahil diğer tüm disiplinleri bu süreç içinde ele alırsak hangi yöne gittiklerini ve toplumdaki değerlerini açıkça görebiliriz.

Ekonominin kültür üzerindeki etkilerinin bu seneki sergide daha belirgin görüldüğü sunumlar - geçmiş yıllarda etkinliğe katılan ülkelerin pavyonlarında gördüğümüz şaşalı mimari sunulara nazaran - anlatmak istedikleri hedeflere daha kanalize olmuş ve sonucu daha net ortaya koymuşlar.

Sergide ilk bakışta dikkatleri üzerine çeken birkaç proje olsa da, ziyaretçiyi göz boyayan şov efektleriyle rahatsız etmeden, neyin önemli olduğunu düşünmeye yönlendiren hassas projelere de yer verilmiş.

Her sergiden sonra kendime, bende en çok etki bırakan eserin ne olduğunu sorarım; bazen en göz alıcı olanı olabilir ki bu onun “en iyi" olduğu anlamına gelmemesiyle beraber, beni her zaman asıl unsurun perde arkasını görmek için eserin katmanlarını ayıklamaya yönlendirmiştir.

Enis Öncüoğlu: Kalebodur organizasyonunda ziyaret ettiğimiz Venedik Bienali bir temanın mimarlık ekseninde farklı ülkeler, kültürler ve mimarları tarafından büyük bir çeşitlilik içerisinde gerçekleştirilmiş. Stantların içeriği, ele alınışları, sunum teknikleri ve düşündürdükleri ile her mimarın ziyaretini hak eden bir etkinlik. Fakat nerdeyse her ülkenin standı veya bir mekanı varken, Türkiye’nin böylesine önemli bir platformda organize olarak temsil edilememesi üzücü oldu. Kişisel olarak katılan Can Çinici ve Emre Arolat stantları başarılı idi. Gezebildiğimiz stantlar içerisinde, görsel malzeme kadar, diğer duyulara da hitap eden özellikle işitsel öğeler kullanan stantlar ilgimizi çekti. Şili standında zeminde tuz üzerinde yürümek veya diğer bir stantta plaj kumu üzerindeki şezlonglarda video seyretmek hep bu mekan algısı ile ilgili yapılan çalışmalardı. Rus pavyonu kare kodlar ile hazırladığı büyük Skolkovo eğitim kampüsü ve Rusya geçmişindeki eğitim kurumları ile çok etkileyici idi. Yine Amerika pavyonu kentsel problemlere bulduğu yaratıcı çözüm örneklemeleri ile eğitici idi. Bunun yanında Japonya ve İskandinav ülkeleri pavyonları da başarılı idi. Her stantta ayrı bir yaklaşım ve sunum olması biz mimarların zihnini ziyaret ettikten haftalar sonra bile meşgul ettirebilmekte. Başarılı bir toplu düşün ortamı, herkese tavsiye ederim.

Hasan Çalışlar: Venedik Mimarlık Bienalini uzun yıllardan bu yana takip ediyorum. Her küratör ve seçtiği temaya göre katılımcıların farklı yaklaşımlarını inceleme şansımız oluyor. Bu anlamda bu bienali geçmiş bienaller ile kıyaslamayı doğru bulmuyorum. Her zaman öne çıkan ve akılda kalan pavyonlar ve sergiler oluyor. Bienal geçtikten bir kaç ay sonra akılda kalanlar ile daha doğru değerlendirilebiliyor.

Bu bienalden aklımda kalacak olanlar arasında Wim Wenders'in Peter Zumthor için çektiği film, Eisanmann'ın Michel Hoellbecq'in kitabı ve Piranese'nin planları üzerinden yaptığı çalışmalar, OMA'nın muazzam bir araştırmaya dayalı kamu kuruluşlarının mimarisi ve mimarları hakkındaki sergisi ve Rusya'nın dijital çılgınlığa çok güzel ev sahipliği yaptığı Sergei Tchoban'ın çalışması olacak.

Tema ile uyum açısından ABD'nin sivil toplum ve şehir çalışmalarını sergilediği çalışmayı da zengin ve önemli buldum.

Bu anlamda Türkiye'nin olmayan mimarlık politikası ve stratejisi ile kurumsal olarak burada temsil edilmemesini şaşırtıcı bulmadım. Mimarlığın insanların ve kentlerin yaşamını örgütleyen ve kalite getiren bir bilim yerine beton kübajı rant arasındaki ilişkide teknik hizmet olarak gören ulusal politikalarımız ile temsil edilmemenin avantajımıza dahi olduğunu kar kara düşünmeye başladım.

Hüseyin Bütüner: Venedik Bienali tartışmasız uluslararası çağdaş mimarlık ortamının en önemli etkinliği. 2012 Venedik Mimarlık Bienali, küratörü İngiliz mimar David Chipperfield tarafından belirlenen Ortak Zemin teması çerçevesinde çok farklı bağlamlarda sunumları barındırıyor. Uluslararası diyaloğu ve farklı mimarlık kültürlerinin paylaşılmasını cesaretlendirmeyi de hedefleyerek belirlenen tema çerçevesinde ülkeler ve katılımcıların sunumları, sergileri yer alıyor.

Benim için global sorunlardan bağımsız olarak geliştirilen ve sadece mimarlık ve mekan üzerine yoğunlaşan yaklaşımlar daha ilgi çekiciydi. Bu yaklaşımda dünya mimarlık ortamının “yıldız mimarları”nın sergilerindense (Zaha Hadid, Renzo Piano vb) ülkeler adına yapılmış çoklu çalışmalar, sergilemeler, sunumlar daha etkileyici idi. Mesela Uruguay ve Macaristan pavyonlarında çok samimi bir yaklaşım öne çıkıyordu.

Macaristan Pavyonu’nda bir mimarlık eserinde kavramsal fikrin belirginleşmesinde ve ifade edilebilmesinde öncü araç olan “maket” üzerine yapılan çalışma etkileyiciydi. 500 farklı öğrenci tarafından yapılmış maketlerden oluşan adeta beyaz bir ormanı andıran sergilemede ilginç bir diyalog hedeflenmiş olmalı.

Uruguay pavyonunda da sadece mimarlığın tartışılabileceği, konuşulabileceği bir “panavision” ile sergilemeden çok diyalog ortamı hedeflenmiş olmalıydı. Uruguaylı genç mimarların işlerinden çok, çalışma ortamlarını ve süreci anlatan çok samimi bir film ve müzik yer alıyordu.

Umarım bir dahaki Venedik Bienali'nde Türkiye’nin ülke olarak temsil edilme fırsatı olur ve bu da bireysel değil, toplu bir sunumla, tema çerçevesinde ve samimimi bir yaklaşımla gerçekleşebilir.

Kerem Erginoğlu: Venedik, her gittiğimde beni şaşırtan şehir. 60 bin kişinin yaşadığı Venedik’i her yıl 30 milyon kişi ziyaret ediyormuş. Yani günde neredeyse 100 bin kişi, 60 bin kişinin yaşadığı bu ortaçağ kentini ziyaret ediyor. Kendi kendime soruyorum: Uzaydan düşmüşçesine oluşmuş bu kentin ucunda bir zamanlar neredeyse her gün bir geminin üretildiği tersane yapısında ve hemen yanındaki bahçede 26 yıldır iki yılda bir düzenlemekte olan Mimarlık Bienaline ne ihtiyacı var diye. Dünya’nın dört bir yanından mimarları üretim biçimlerini, düşüncelerini, ülkeleriyle ilgili mimari vizyonlarını (en azından bir kesitini) burada görebilirsiniz.

İtalyan Pavyonu’nun tasarımcısı mimar Luca Zevi’yle bienal gezimizin orta yerinde bir kahve molasında sohbet ediyoruz. Soruyor “Neden Türkiye’nin pavyonu yok?” diye... “Hık mık” ediyorum. Bir iki mimar arkadaşımızın yan sergilerde yer aldığından söz ediyorum. Haklı olarak bunca üretimin yapıldığı AB’ye aday bir ülkenin mutlaka burada yer alması gerektiği görüşünde... Siz bu işi nasıl aldınız diye sorunca: İtalyan Kültür Bakanlığı'nın 10 kadar mimardan öncelikle bir fikir projesi istediğini, daha sonra Luca Zevi’nin fikrinin beğenilerek İtalyan pavyonunun ona tasarlatıldığını öğreniyorum. Katılımcı ülkelerin listesine bakınca şu ülkeler var: Arnavutluk, Arjantin, Avustralya, Avusturya, Belçika, Brezilya, Kanada, Şili, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Mısır, Makedonya, Estonya, Finlandiya, Gürcitan, Lüksemburg, İngiltere, Fransa, Macaristan, Yunanistan, İrlanda, İsrail, Japonya, Bahreyn, Kuveyt, Latviya, Meksika, Karadağ, Malezya, Hollanda, İsveç, Norveç, Danimarka, Peru, Polonya, Portekiz, Kıbrıs, Kore, Kosova, Romanya, Rusya, Sırbistan, İspanya, İsviçre, Tayland, Ukrayna, ABD, Uruguay... “Dünyanın 17. en büyük ekonomisini” arıyor gözler...

Kerem Yazgan: Tüm kente yayılmış müthiş bir mimari mirasın içinde, Venedik sokaklarında yürürken, kendimizi yine müthiş fikirlerin olduğu bienal sokaklarında dolaşırken bulmak mimarlık içinde mimarlık yaşamak gibiydi. Scarpa’nın Palazzo Querini Stampalia’daki bahçesinde parçalar arası ilişkiyi farklı elemanlarla kuran, parçaların otonomisine, her birinin malzemesi, dokusu, rengi, şekline belki de tek başına özgürlük veren, sıradan bir taşı bir köşe detayında olağanüstü hale getiren bir anlayışın yıllar sonra yeniden keşfinin deneyimiyle, bienalde de tüm mimarların mimarlık kültürünün zenginliğinden gelen fikirleri, kurguları, tipolojileri, mimari elemanlar arasındaki ilişki biçimlerini, mekanları, olağanüstü hale getirebilmek ve çoğunlukla konvansiyonel araçları kullanarak bulundukları şehirle de ilişki kurmaya çalışıp olağanüstü bir şekilde sunabilmek için harcadıkları, bienal mekanlarını dolduran mimari enerjinin varlığı, keyif ve eğlenceyle mimarlığı birleştirebilen bir ekibin pozitif enerjisinin de katkısıyla, üç günlük bir geziden çok daha fazlasını biriktirmemizi sağladı. Venedik’te doğal taşla ve tuğlayla yapılan varyasyonun, cam da, objeye yansıdığı gibi mimariye yansımamış olması ise şehrin ve bienalin bize verdiklerinin yanı sıra, şehre ve bienale verilebileceklerle ilgili bir ipucuydu benim için.

Kurtul Erkmen: Bu tür organizasyonlarda ele alınan düzenlemeler artık katılan sanatçılar kadar izleyicileri de işin içine dahil etme kaygısı taşıyor. Bu nedenle mesleğin içinde yer alan bizler için yorucu ama bir o kadar da lezzetli bir hal alıyor. Bazı sunumları önce çözmeniz sonra anlamanız sonra değerlendirmeniz gerekiyor. Rusya Pavyonu ve Norman Foster düzenlemesi bu anlayışın iyi örnekleri. Aynı mantığın izini tam ters bir duruşla -neredeyse hiçbir şey yapmadan- süren Brezilya Pavyonu da ilgimi çeken örneklerden.

Levent Çırpıcı: Bienalin en çarpıcı pavyonu tabii ki Rusya standartlarıyla özellikle barkod mimar çalışması unutmamak gerekir ki teknolojinin bu bölümünde bir ilk olması nedeni ile bizlere hoş bir şaşırtma gibi geldiyse de, insanların büyük çoğunluğu bu teknolojiyi benimseyip tüketince bir hükmü kalmayarak sıradanlaşacaktır. Bunun dışında küratörler çalışmaların ortak zemin vurgusunu öne çıkarmak istemiş olacaklar ki gerek dijitalizasyon gerek sunum çalışmaları insanın beşeri hayatı ile direkt ilişki kurarak iki boyut dışında seslerle hemen her stant da bu şölen desteklemeleri çok ironik mesajlar ile ziyaretçilere çok keyifli bir o kadar da dingin esinti olarak zihinlerde kalacaklar.

Nevzat Sayın: Venedik Mimarlık Bienali, zenginleştirici bir deneyimdi. Genellikle açık, okunaklı ifadesiyle rahat izlenen ve sergilenenin farkında olunabilen bir etkinlikti. “Ortak Zemin” üzerine iyi düşünülmüş ve iyi dillendirilmiş konular hem kendi içlerinde tamamlanmış, hem de dolayımlı bile olsa birbirleriyle ilişkilendirilebilecek nitelikleriyle etkileyiciydi. Grafton Architects - Paulo Mendes de Rocha, Eisenman Architects, 40000 Hours, Dialogue in Details, The Invisible Architect, Novartis Campus, Farshid Moussavi/Architecture and Affects, Herzog & de Meuron, Zaha Hadid Architects, Valerio Olgiati, Sanaa, Rafael Moneo/The Architect of the City ve Rusya sunuşları ile Wim Wenders’in Peter Zumthor filmi özellikle çok iyiydi. Daha ne olsun? İki şey olabilir: Birincisi; biz de bir gün Venedik Mimarlık Bienali’nde yer alırız. İkincisi; bir başka gün İstanbul Mimarlık Bienali de olur.

Bu Ayın Bülteninden