Arama yaptığınız metin en az 3 karakter olmalıdır.
Örnek: Modernizm, Söyleşi, Mimarlar Konuşuyor

İyiofis ekibinden Elif Ensari ve Can Sucuoğlu ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Kamusal mekanda mikro düşünmenin mimari üretim açısından sonuçları ve küçük ölçekli müdahalelerin bir üretim modeli olarak işlevselliği söyleşinin önemli bir kısmını oluşturdu.

Güzin Öztok: Öncelikle sizin iş üretme biçiminizden başlayabiliriz. Bildiğim kadarıyla yarışmalara çok fazla katılmıyorsunuz, daha çok kendinize bir sponsor bulup fikrinizi uygulama şansınız oluyor gibi görünüyor.

Can Sucuoğlu: Yarışmalara katılmayı ben özellikle sevmiyorum; çünkü kimseyle konuşmadan iş üretmek bana doğru gelmiyor. Yaptığınız işi gönderiyorsunuz, nasıl bir tepki alıyor, nasıl bir yorum alıyor bilmiyorsunuz. Sorma şansınız yok. Bir nevi boşluğa bir proje yolluyorsunuz. Başlarda denedik ama mantıklı bir iş modeli gibi gelmedi. Şu aralar işvereni aradan çıkarıp kendi işverenimiz olduğumuz projeler yapmak mümkün mü diye düşünüyoruz. İzmir'deki iskele ve İstanbul Sidewalks gibi birkaç işimiz bu şekilde yürüdü. Sponsor bulma süreçleri çok farklı bir durum ama daha keyifli esasen, hem maddi olarak hem de tasarım konusunda çok daha serbest. Mimarın girişimci olarak rol aldığı durumlar bizim için ilginç.

Elif Ensari: Mimarın kendi proje fikriyle yola çıkıp gerçekleştirmesi tabi ki çok büyük bir lüks. Küçük ölçeklerde bu daha kolay, belki büyük ölçeklerde de mümkün olabilir. Biz bunu birkaç kere gerçekleştirdik. Tasarım ve üretimin yanında bir de bu işin proje yürütme, sponsor bulma kısmına çok uzun saatler harcadık. Yavaş yavaş bunları öğrendik. Yurtdışına gittiğimizde ofislerle görüşüyoruz fikir almak için. Orada böyle bir kültürün çok daha yerleşik olduğunu görüyoruz. Bir yerden sonra toplum kuruluşları ile iletişiminiz olmaya başlıyor. Proje onlardan geliyor, onların sponsorları oluyor. Yani böyle bir yol da var, ama diğer taraftan da sadece bu işlerle ayakta kalmak mümkün değil. Bu nedenle, eş zamanlı olarak iç mimarlık tasarım ve uygulama projeleri de alıyoruz.

Güzin Öztok: Sponsorluk için kimlerle ve hangi kuruluşlarla görüşüyorsunuz?

Elif Ensari: Çok çeşitli sponsorlarla görüştük aslında ama daha çok projenin kime hitap ettiğiyle ilgili oluyor görüşmeler. New Museum projesinde Türk kültürünü, İstanbul'un sokak hayatını vurgulamak ve oraya taşımak esastı. Çay ikram edilecekti, büyük çay firmalarıyla görüşüldü. Lipton bize sponsor oldu.

tulumba.com Amerika'daki Türklere ürün satan bir web sitesi. Onlar da bize tavla ve çay tepsileri sağladılar. Kültür ve Turizm Bakanlığı da destek oldu. Çünkü yurt dışında Türkiye’yi temsil ettiğimiz bir projeydi. Bunun dışında, Kapalıçarşı mobil uygulamasında da ciddi sponsor arayışına girdik, hala da devam ediyoruz. Çok büyük kurumlara gidiyoruz, bağlantılarımız oluştu, ama sponsor bulmak o kadar kolay olmuyor her zaman. İzmir'deki Mikro Düşün projesindeki durum çok olumluydu. İzmir Ekonomi Üniversitesi ve İzmir Ticaret Odası öngörülü bir davranışta bulundular. Bizim normalde alışık olmadığımız kadar hızlı ve etkili ilerledi süreç. Projeyi sunduk ve bize her konuda destek oldular.

Can Sucuoğlu: İzmir İskele Projesi’nin de İstanbul Sidewalks'un da bütçeleri çok küçük aslında, ama etkileri ve kapladıkları alan bütçesine kıyasla daha büyük oldu, aski taktirde firmalar o kadar da kolay sponsorluk vermiyor aslında. Alışık olduğumuz mimari tasarım süreci dışında parametreler, projenin hayata geçip geçmemesinde karar verici rol üstelenebiliyor.

Elif Ensari: Bizim özellikle kamusal alanda yapmaya çalıştığımız projelerde beklenen sponsorluk çok küçük aslında. Yaratılan fark ve etkiyle harcanan bedeli kıyasladığınızda çok ciddi verim görüyorsunuz. Ama hala Project for Public Spaces'a referans ile bahsettiğimiz daha hızlı, daha ucuz, daha hafif prensibi Türkiye'de çok yeni. Bakın biz bu kadar bütçeyle bu kadar büyük fark yaratabiliyoruz dediğimizde onlar için yeni bir şey oluyor, bu nedenle şimdilik hala biraz yavaş ilerliyor süreçler, biraz zorlanıyoruz.

Güzin Öztok: Küçük ölçekte müdahale şeklinde gerçekleşen projeler, tasarımlar bir iş modeli haline dönüşebilir mi genç mimarlar için? Böyle bir şeyi öngörüyor musunuz?

Can Sucuoğlu: Bunu görmeyi çok istiyoruz tabi. Bizim küçük işlerle ilgilenmemizin sebebi aslında üretmeyi sevmemizden kaynaklanıyor. Yani yaptığımız işi kendimiz yapalım, elimizle üretelim ve hatta elimizle üretirken bilgisayarla tasarlayamayacağımız şeyleri de içine katalım istiyoruz. Buna alışkın olduğumuz için ister istemez küçük işlere yöneliyoruz. İç mimarlık işleri de hep sınırlı ölçeklerde yaptığımız şeyler. Kamusaldaki işlerin belki günün birinde bir iş modeline dönüşebileceğini düşünüyorum ama şu anda zannetmiyorum.

Elif Ensari: Bence iş modeli olarak şu yüzden zor; siz bir şirket kurduğunuzda eninde sonunda onu yürütmek zorundasınız. Masraflar çok kolay büyüyebiliyor, böyle bir şeyi karşılayacak bir döngü kurmak bu ölçekteki işlerle nerdeyse imkansız. Ama mesela genç mimarlar dediğimizde proje bazlı bir araya gelen, şirketleşmemiş kolektiflerden bahsedersek bu iş modeli çok olası. Herkes kendinden fedakarlık yaparak, zamanından vererek bir araya gelebilirse o zaman bu model mümkün olabilir. Yurtdışında da bunu yapıyorlar.

Can Sucuoğlu: Bizim en son tanıştığımız İtalyan Esterni isimli bir ekip var. Projelerin tasarım ve üretim süreçlerini takip edip kaynak bulmaya çalışıyorlar. Bizden daha büyük ölçekli ve tecrübeliler dolayısıyla bizim için yol gösterici olabileceklerini düşünüyorum. Uğraştıkları projelerin ölçekleri de bizimkilere çok benziyor. Polonya'da Centrala diye bir ekiple tanıştık. Onlar da benzer projeler bir iletişim platformu oluşturarak başlıyorlar. Tasarımcılar, belediyeler, çalışılanlar, bölge sakinleri bir araya gelip konuşuyor. Mimarlık dahilinde farklı bir seviyede iş yapmaya başlıyorlar.

Elif Ensari: Normalde bu süreçlerin sürücüsü mimar değil de aslında sivil toplum kuruluşları ya da kar amacı gütmeyen kuruluşlar. Ülkede böyle bir kültür olduğunda mimarın onlarla çalışması da daha kolay. Çünkü özellikle sponsorluk sürecine harcanan zaman geri kazanılıyor. Şu anda tüm süreci biz götürmeye çalıştığımız için biraz daha zor.

Güzin Öztok: Kamusalı nasıl tanımlarsınız? Bugün Türkiye’deki kamusalın karşılığı ne olabilir?

Elif Ensari: Tükiye’de, şu andaki resimde olumsuza odaklanmak çok kolay. Ben bu soruya daha çok acaba söylenebilecek ya da yapılabilecek olumlu ne var diye yaklaşmak istiyorum. Bir tarafta TAK, Beşiktaş Belediyesi, İzmir’de daha çok sayıda belediye böyle şeyleri desteklemeye açık. Geçtiğimiz yaz aylarında Beşiktaş çok hareketliydi. Fotoğraf sergisi, grafiti festivali, müzik noktaları kurulumu, dans gösterileri oldu. Geçtiğimiz ay buz pisti kurulmuştu. Henüz tasarım anlamında titiz yaklaşılmıyor, sadece belediyenin bir girişimi var belli ki. Henüz tasarımcılarla iletişimleri olmayabilir ya da tasarımın bunları nasıl değiştirebileceğine dair fikirleri olmayabilir ancak şimdilik bunlara olumlu girişimler olarak bakabiliriz. Ama yakın gelecekte neden tasarımcılar da bu işlere dahil olmasın? Bir de işin şu yönü var: Türkiye’de AVM’ler ve özel mülkler kamusal alan yaratıyor. Belki bir şekilde onlarda da bir bilinçlenme olabilir. Mesela biz bir dönem büyük şirketlere gitsek ve onların kamusal açık alanlarını nasıl iyileştirebilecekleri konusunda danışmanlık versek diye düşünüyorduk. Bir AVM yapan şirketin açık bir meydanı varsa, şehirle nasıl daha iyi entegre olur diye düşünmeye başlaması geleceğe yönelik çok olumlu bir gelişme olur. Hem toplu taşımayla hem yaya olarak AVM’ye nasıl ulaşılır, nasıl daha çok gölge alan sağlanır ve insanlar dışarıda da vakit geçirir diye düşünmeye başlayabilirler. Şu anda böyle bir kaygı yok benim gördüğüm kadarıyla.

Can Sucuoğlu: Biz günlük hayatta sürekli şehirle mücadele halinde olduğumuz için rekabet, birbirine karşı duyduğun kayıtsızlık ve hatta nefrete dönüşebiliyor. Kamusal alanın, her kesimden kentlinin birlikte mutlu zaman geçirdiği bir yere dönüşmesi en önemlisi. Jan Gehl'in kamusal alanına dair en ilginç tespiti budur bence.

AVM’lerin kötü yanı bu, kendi içinde bulunduğun, kısıtlı, seçilmiş bir grupla beraber zaman geçiriyorsun.

Elif Ensari: Farklı profillerde insanların kentte bir arada zaman geçirebilmesi ve bir kentin her kesimden insanını kaynaştırabilmek çok önemli. Türkiye’de bu pek olmuyor. Örneğin Karaköy en çok sokakta oturulan yerlerden biri ve profil aynı, herkes birbirine benziyor. Eskiden Beyoğlu daha karışık ve çok sokak kullanımı olan bir yerken gittikçe tektipleşiyor, turistlere yönelik bir yer olmaya başladı. Cihangir zaten öyle. Bu anlamda Beşiktaş olumlu, Kadıköy’ün de böyle bir potansiyeli var. Keşke o tektipleşmeyi bir şekilde kırabilsek.

Can Sucuoğlu: Kamusal alan tasarımı biraz son ana kalmış bir şey genelde.

Elif Ensari: Kamusal alan deyince kullanıcı rahatlığı ilk dikkate alınmaya başlanan şey son dönemde. Ama Türkiye’de böyle bir şey yok henüz. Tüm yaz güneş alan meydanlarda bir tane gölge sağlayacak eleman, ağaç yok. Önümüzdeki yıllarda bir bilinçlenme olur diye umuyoruz. Tasarım son dönemde biraz daha önemsenmeye başlandı.

Can Sucuoğlu: Bu anlamda olumlu bir örnek var aklımda: İzmir’de, bütün küçük sokaklar Konak Meydanı’na dökülüyor, oradaki insan yoğunluğu ve meydanın kullanımı muhteşemdi. Saat kulesinin önü güzel bir meydan değil ama Türkiye’nin en iyi çalışan kamusal alanlarından biri.

Güzin Öztok: Tekrar İzmir'deki iskele projesine geçebilir miyiz? Tasarım - üretim sürecini ve insanları nasıl ikna ettiğinizi paylaşır mısınız?

Can Sucuoğlu: Süreç çok ilginç oldu aslında. Her anda pürüz çıkmasını beklediğimiz ama yanıldığımız bir süreç oldu. Şaşkın ve müteşekkiriz.

Güzin Öztok: Mikro düşünmek mimarlar için radikal bir karar mı?

Can Sucuoğlu: Bence öyle. Modernist tasarım anlayışıyla eğitim gördüğümüz için dev yapılar tasarlamak, meydanlar yapmak, orada insanların toplanması hayal edilir. Projeler büyüdükçe elimizdeki araçlar artıyormuş gibi düşünüyoruz.

Elif Ensari: Etki alanı büyüyor. Yıldız mimar, kahraman mimar gibi kavramlar bunun devamı olarak geliyor. Bizim öğrenciliğimizde -belki de hala öyle- mezun olunca neredeyse dünyayı kurtaracağımız(!) gibi bir hissiyat yaratılırdı. Dünyayı da küçük küçük düşünerek kurtarmayı kimse hayal etmiyor haliyle.

Can Sucuoğlu: O yüzden bir mimar için oldukça radikal bir düşünce. Bir de Türkiye’de sürekli politik olarak mega projelerle yüz yüze kalındığı için mikro düşünme fikri çok yabacı. O tip projelerin süreci de insanı yakın çevresinde yapılan şeylerden çok soyutluyor.

Elif Ensari: Bir de bu işin yukarıdan aşağıya doğru merkezi bir yönetim tarafından yapılması ile aşağıdan yukarı doğru, kenti kullananlar, bireyler ya da gruplar tarafından yapılması durumu çok temel iki ayrı durum. "Mikro Düşün" tam olarak aslında kentliye güç veriyor. O kadar küçük müdahalelerle o kadar büyük farklar yaratabilirsiniz ki. Biz bunu bir araç olarak kentliye kazandırabilir miyiz diye düşünüyoruz. İstanbul Sidewalk bunu ilk kez gerçekleştirdiğimiz projeydi. Karton mobilyaları katlayıp New York'a götürdük ve orada bir sokak yarattık. Etkiyi gözlemlemek çok heyecan vericiydi. Üç Türk olarak oraya gidiyorsunuz, bir bakıyorsunuz çok karışık bir grup insan gelmiş tavla oynuyor, çay içiyor, sohbet ediyor. Bunu oluklu mukavvayla yapıyorsunuz. Bunun devamında da İzmir projesinde benzer bir fikirle ne yapabiliriz diye düşündük. Bu kez tamamen kıyılarla ilgili bir projeydi. Bir şekilde küçük küçük başlatabileceğiniz bir dönüşüm kurguladık, ve birden kendi kendine etki alanı büyüyebilecek, organik olarak gelişen, ve yukarıdan bir insiyatif ya da maddi yatırıma ihtiyaç duymayan etki alanı yüksek bir müdahale oluverdi. İlk etapta prototip olarak uyguladık ama esas fikir bunun büyüyebilir bir şey olması. Kentlinin kamusal alanı geri alması, dönüştürebilir olması da diyebiliriz.

Can Sucuoğlu: İzmir sahil şeridinde çok iyi niyetle yapılan projeler var ama büyük ihtimalle inşaatları yıllarca sürecek. İzmir, belediye olarak bu parayı sürekli karşılayabilecek mi emin değiliz. Yapıldığı zaman da başarılı olup olmadığını görmenin tek koşulu yapılmasını beklemek ve oraya gitmek. Eninde sonunda İzmir’in sahil şeridi kullanılacaktır. “Ne kadar başarılı?”yı tartışmak için başka yol yok diye düşünüyorum. O yüzden süreci ertelemeden küçültüp gereksiz olan her şeyi atarak nereye varabiliriz diye düşündük.

Elif Ensari: Mikro ölçekte kalmak deneysel olma lüksü yaratıyor. Çok az yatırımla az malzemeyle hemen bir şeyleri oraya atıp “kullanılıyor mu, nasıl kullanılıyor, kullanıcı bunu nasıl değiştirir, kendi yapacak olsa ne yapardı”yı görebiliyorsunuz. Kentler bu anlamda tahmin etmesi çok zor organizmalar. Tepeden gelen bir tasarım ve yatırım bunu hiç bilemeden bir şekilde uygulayıp sabitliyor. Ama küçük müdahalelerle yapılan müdahaleler deneysel olma şansı da veriyor. O yüzden de güncel olarak çok geçerli bir yaklaşım.

Güzin Öztok: Geçici olması da oldukça önemli sanırım.

Can Sucuoğlu: Biz mikro düşünmeyle ilgili araştırmaya başladığımız zaman karşımıza “Project for Public Spaces” çıkar genellikle: NY’ta bulunan, kamusal alanı iyileştirmeyi hedefleyen bir kuruluş. Onların 11 maddelik temel bir manifestoları var. Yaklaşımlarına dair ilginç bir örnek şu olabilir mesela: bir miktar paranız varsa ilk yapacağınız şey çiçek dikmek olmalıdır. Geleneksel mimariyle yetiştirilmişliğimizle bunu kabul etmemiz çok zor oldu. Söyledikleri şey çok basit ama bizim düşünce tarzımıza göre çok radikal. “Gereksiz olan her şeyi atabilirsin, bir şeyin biçimi, nasıl gözüktüğü çok da önemli değil, render almak için tasarım yapmak gerekmiyor, başka amaçlarla tasarım yaparız” gibi. Bu geçiciliğin mimaride düşünüldüğü projeler oluyor. Bir projenin hareketli, dönüştürülebilir, ucuz, hafif olmasına teslim olma durumu bence çok ilginç. Eğitim sürecinizde ya da dergilerde gördüğünüz şeyleri biraz unutmanız gerekiyor, yeniden başlıyor gibi.

Elif Ensari: Tasarımcının kendini özdeşleştirdiği tasarlama eylemi bile ikinci plana düşüyor.

Can Sucuoğlu: Çok yarışmaya katılmıyoruz ama yeni bir uluslararası yarışmanın raporlarını inceliyoruz, onlar ilk defa “proje değil süreç istiyoruz”, “nesne değil fikir istiyoruz” gibi söylemlerle çıkıyorlar. Söylemesi çok kolay, yapması zor denebilecek türden sözler ama bu kavramların yavaş yavaş kabul gördüğünü düşünüyorum. Şehirler mimarın tasarlayıp inşa etmesi için çok hızlı gelişip değişiyor.

Bir de Türkiye’de iş yapmanın verdiği çok büyük bir fırsat söz konusu. Bizim yaptığımız gibi birşeyi tasarlayalım, ondan sonra üretelim, malzeme satışını da yapalım, gibi durumlar çoğu ülkede yasak aslında. Tasarımcı olarak müteahhittin işini yapamıyorsunuz. Şu anda Türkiye’de iç mimarlık dediğimiz şey buna dönmüş durumda. Üretimden çok iyi anlayan bir tasarımcı grubu var. Nereye gider bilemiyorum ama şu an için çok büyük bir avantaj.

Bu Ayın Bülteninden

f103a0218623a486470169444f111fe3 (1)
Proje

Avlunun Etrafındaki Örüntü

Peripheriques Architectes, Fransa’nın Rennes şehrinde yer alan Biopole Biyoteknoloji Kuluçka Merkezi'ni tasarladı. Yapının cephesi çizgisel bir elemanın tekrarı ilkesiyle şekillenmiş. Cepheye bütünsel olarak bakıldığında bu çizgisel elemanlar hareketli bir desen oluşturmuş.

İncele Angle Right