Kalebodur'un 2013 yılından beri "Kalebodur'la Mimarlar Konuşuyor" başlığı altında düzenlediği söyleşi serisinin geçen ayki konuğu CM Mimarlık'tan Cem Sorguç'tu.
Celal Abdi Güzer: Dün üretimlerine bakıyordum, bu kadar çok şeyi bir arada yapıyor olmana hayran oldum. Ana eksende mimarlık ve eğitimcilik varken bir yandan sanatla ilişkilisin, DJ’lik bir şekilde sürüyor, bütün bunlar nasıl oluyor?
Cem Sorguç: Bunlar birbirini besliyor bende. Parçalardan oluşmuş bir kitle gibi düşünüyorum. Bir de tabii yegane yaptığım şeyden sıkılmama engel oluyor diğerleri. İnsan yaş aldıkça ve etrafında uğraştığı şeylerle daha ciddi uğraşmaya başlayınca zaman devreye giriyor. Burada biraz daha düzenli olmak, öncelikler belirlemek gerekiyor.
Celal Abdi Güzer: Senin büro modeline baktığım zaman butik bir ofis ile kurumsal bir ofis arasında bir yerde durduğunu görüyorum; çünkü küçük bir ofis değil ama anladığım kadarıyla birçok projede sen son noktaya kadar oluyorsun. Üstten örgütlenen bir yapı yok, dolayısıyla bunun da avantajları ve dezavantajları var diye görüyorum. Bir başka saptamam da şu oldu, aslında her ölçekte ve neredeyse hemen hemen her temada proje üreten bir yapı var. Ağırlıklı olarak konut projeleri var öte yandan tarihi çevrede koruma yenileme projeleri, iç mekan projeleri, büyük kampüs projeleri, işyeri binaları da var. Gayrimenkul pazarına hitap eden şeyler de var çok özellikli projeler de var. O çeşitliliği nasıl görüyorsun?
Cem Sorguç: Bu kasti bir şey değil muhtemelen, yani benim öngördüğüm ve zamanın getirdiği bir şey. Birkaç tipoloji dışında herhalde bütün tipolojilere karşı açgözlüyüm diyebilirim.
Celal Abdi Güzer: İstisnalar hangileri?
Cem Sorguç: İstisnalar sağlık yapıları, hastaneler. Ona açıkçası biraz mesafeli duruyorum. Belki biraz fazla mekanik olduğu için, dans edecek pisti daha dar olduğu için olabilir. Yaptığımız bazı projelerde bir kapının kilit menteşe detayından büyük ölçek bir şeye kadar hepsi aslında benim hazzettiğim ve mümkünse de ofiste yer almasını istediğim şey.
Celal Abdi Güzer: Son dönemde mimarlıkta havada uçuşan ödüller, fuarlar, özel programlar, başvurulu ödüller durumu var. Türkiye’de neredeyse herhangi bir yerden ödül almamış havaalanı, ofis yapısı, konut kompleksi yok gibi. Her reklamın altında filanca ödülünü aldığı yazıyor. Nasıl bakıyorsun bu ödüller ortamına?
Cem Sorguç: Öncelikle bunlar bir yarışma değil bir ödül, dolayısıyla eş koşullarda mukayese edilen şeyler değil. Zaten bu bahsettiklerimizin birçoğu ücret karşılığı başvurduğunuz şeyler. Nasıl seçildiklerini bilmiyorum, ama bu, mimarlık dünyasına ilgi çekmek açısından yeniden düşünülebilir.
Celal Abdi Güzer: İşlevselleştirilebilir.
Cem Sorguç: Evet, o şekilde konuşulabilir. Aslında bizim o beşlimizin aslında bazı yarışmalarda ya da ödül mekanizması içerisinde belli bir noktaya kendini taşıdığını görüyoruz. İşte biraz önce de onlara iyi ki varlardı diyoruz. Aslında bunda onun da bir katkısı olabilir. Bir de tabii mimarlar, mimarlar biraz…
Celal Abdi Güzer: Dıdıdıdı derken dönemlerinin geçtiğini düşünüyor musun?
Cem Sorguç: Hayır, geçtiğini düşünmüyorum. Daha çok ödül alıyorlardı, hala alıyorlar. Mimarların kendi salonunda oynaması dışında sokaktaki insanın, mimar olmayanların, kenti paylaşan insanların da en azından bir kısmını, ödülle bir mimarlık mefhumuna ve gündeme taşımak açısından iyi olduğunu düşünüyorum. Bunun faydalı bir şey olduğunu düşünüyorum o anlamda. Ama kendine döndüğü zaman mekanizmanın çalışması itibariyle bir arıza olduğunu da teslim ederek.
Celal Abdi Güzer: Peki ümit veren kimleri görüyorsun, Türkiye mimarlığını taşıyacak, yeni açılımlar getirecek, yeni tartışmalara zemin olacak, yapı ya da mimar olarak neler var ortamda?
Cem Sorguç: Murat Menteş bir edebiyatçı olarak diyor ki “Türkiye’de bir bağlam sorunu vardır.” Ben de bir bağlamcıyım diyebilirim kendi adıma. Dolayısıyla statik modernizm ya da modernizmin sürdürülebilirliği konusunda coğrafi, iklimsel vb. bir sürü şeyi barındıran yeni bir şey kim söyleyebilir, böyle bir potansiyeli kim taşıyabilir diye bakıyorum. mimarlığın politika alanında eleştiri alanında olduğu gibi bence önemli bir boşluk olduğunu ve bunun da bence gelmesi gerektiğini ve illa ki geleceğini de kabul ederek mesela Boğaçhan’ı önemsiyorum, hem düşünce temelinde hem de yapı temelinde bir derdi olduğunu çok rahat görüyorum. Alişan Çırakoğlu’nu önemsiyorum, hem yaptıkları yapı itibariyle hem de mimarlığa bakışı hem de genelinde mimarlık politikası açısından. Superpool da mesela başka bir damardan iyi bir yerde durabiliyor.
Celal Abdi Güzer: Yani bu tür alt çizip isim vermelerin hepsi aslında ister istemez bir sürü insanı da aynı anda haksızlık yapmayı göze alan şeyler. Peki uluslararası ortamı nasıl görüyorsun?
Cem Sorguç: Ya hakikaten böyle bir su kenarı mimarlığının fena olmadığını düşünüyorum. Yani bu modernizm kara tarafında mı sıkıştı kaldı onu anlamadım. Ankara da bayağı karadır. Şimdi bu kara tarafında, eski doğu bloğundan da bahsediyorum, o tektonik o büyük plastikler, hakikaten çok iyi, hala açıp açıp baktığım şeyler, ama umut vadeden bir su kenarı var, bunun içerisinde böyle bir Akdeniz başlıyor, Portekiz, İspanya, Hollanda, kuzeye çıkıyor sonra, ondan sonra kıtayı geçin, karşıda Güney Amerika, Şili, mesela Şili, Meksika benim en fazla heves ettiğim yerler, yani Brezilya, hakikaten yani dünyayla ilişkisi de enteresan. Yani bir şey yapıyorlar ve aslında biraz da oralara bağlı bir şey yapıyorlar.
Celal Abdi Güzer: Venedik Bienali’nde de Güney Amerika katkısı çok müthişti. Özellikle de modernizmin sürdürülebilirliği ya da coğrafi bazlı adaptasyonuyla ilgili olarak çok ilginç bir katkıydı. Ben de muhtemelen aynı şeylerin altını çizerdim. Ama suyla özdeşleştirerek düşünmemiştim.
Cem Sorguç: Onu ben politika olarak da kuruyorum genelde. Çünkü su kenarı ufukla ilgili bir meseledir. Öbüründe daha başka bir şey var.
Söyleşinin tamamını buradan dinleyebilirsiniz.