Kolektif Mimarlar ortakları Barış Demir, Oya Eskin Güvendi ve Sıddık Güvendi ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide ofisin kolektif yapısını ve mimarlık yarışmalarını konuştuk.
Ezgi Tezcan: Kolektif Mimarlar’ın isminden başlayalım istiyorum. İsminizin iş yapma modelinizle nasıl bir ilişkisi var? Ofis olarak kolektif bir yapılanmadan mı söz ediyoruz?
Sıddık Güvendi: Kolektif Mimarlar 2011 yılında bir mekan ortaklığı olarak doğdu: Barış ile mekanı paylaşmak üzere bir araya geldik. İkimizde yarışmacı bir pratik içindeydik, bir süre ayrı ayrı işler yaptıktan sonra birlikte yarışmalara katılmaya karar verdik. Ardından bir arkadaş daha katıldı, Oya da geldi. O dönem yoğun bir şekilde yarışma projeleri çizdik. Kolektif Mimarlar ismi de birlikte üretme sürecinden geliyor. Çalışma mantığımız da hala bu şekilde: Burada çalışan ya da stajyer fark etmeksizin, kim geldiyse üretim sürecinde doğrudan sözü olur. İsim bu anlamda tesadüfi değil, doğrudan yapılanmamızla alakalı.
Barış Demir: Yarışma süreçlerinde farklı ilgi alanları ve farklı yetiler bir araya geldi. Bu anlamda işin en başından itibaren kolektif olma durumu söz konusu, ofisin adı bu durumla özdeş bir şekilde kendini tamamladı. Farklı disiplinlerin bir araya gelmesi de güzel sonuçlar doğurdu.
Ezgi Tezcan: Farklılıkları ortaklığa nasıl dönüştürüyorsunuz? Tasarım süreçlerinde bu birlikteliğin ne gibi kazanımları oluyor?
Sıddık Güvendi: Hepimizin öğrenciliğe dayanan bir yarışma geçmişi var. Mesleki pratik içinde “hadi bir de yarışma yapalım” diye değil, doğrudan bir hedef olarak yarışmayla devam etmek herkesin ortak noktası. Farklı özelliklere sahip olmakla birlikte, temelde bizi bir araya getiren şey bu hedef birliği. İş üretme dinamiklerine baktığınız zaman hepimizin başka meziyetleri var, Barış’ın maket üzerine bir serüveni var örneğin ve tüm bunlar bir araya geldiğinde iyi sonuç aldığımızı deneyerek gördük. En azından yarışma sonuçları bunu gösterdi.
Oya Eskin Güvendi: Farklılıklar dinamik bir yapı oluşturuyor aslında. Buda Mimarlık ile ortaklaşa çalışmalar da yürütüyoruz örneğin. Bu enerjinin hem kendi içimizde hem de başka ekiplerle bir araya gelmek konusunda devamlı ve akışkan olmasından hoşlanıyoruz. Bundan beslendiğimizi düşünüyoruz çünkü. Dönem dönem yeni eklemlenmeler oluyor, akış değişiyor ve kolektif çalışma prensibi bu şekilde devam ediyor.
Ezgi Tezcan: Yarışmayla yapma meselesini de biraz deşmek istiyorum. Yarışma sizin için bir ortak zemin olarak öne çıkıyor. Peki, mesleki pratik içinde bu bir amaç mı, yoksa ofisi kurmak, profesyonel hayatı devam ettirmek ve kimlik oluşturmak için bir araç mı?
Oya Eskin Güvendi: Yarışmalar, aslında mesleğimizi yapabilmemiz için bir basamak. Piyasada iş yaparken o kaliteyi yakalamak pek mümkün olmuyor maalesef; böyle düşününce bir araç. Gerçi uygulayamadığımız çok birincilik ödüllü projemiz var; uygulayabildiğimiz bir projemiz var, yakın zamanda uygulamayı hayal ettiğimiz de bir başka ödül. Seçtiğiniz yöntem de tamamen hangi kalitede ve hangi aralıkta iş üretmek istediğinizle alakalı. Bu noktada yarışmalar ekip için doğru yöntem gibi görünüyor.
Sıddık Güvendi: Bunun bir amaç mı yoksa araç mı olduğu meselesi biraz karışık bana kalırsa. Her birimiz Anadolu’nun farklı şehirlerinde doğup, üniversite eğitimini de İstanbul’un dışındaki üniversitelerde tamamlamış, sonradan İstanbul’a gelmiş insanlarız. Ben 2008’de geldim, Barış 2002’de gelmiş. O zamanlar iş ilişkilerine bakınca, kaba tabirle, cemaat ya da cemiyet ilişkileri görüyordum. Şu an da çok farklı olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Bu çarkın içine girmeden, iş alma ve iş verme yöntemi olarak son derece etik bulduğumuz için yarışmaları tercih ettik. Tabi bu bir nevi kumar oynamak; çok yoğun bir emek ortaya koyuyorsunuz ve sonucunu bilmiyorsunuz. Bu anlamda bu pratik bizim için var olma açısından bir araca dönüştü; buranın yaşamasını, ayakta kalmasını sağladı. Amaç aslında doğru düzgün mimarlık yapabilmek. Bunun için de o dönem başka şansımız olmadığı için yarışmalara katıldık. Beş yıllık emeğin sonucunda tek bir yapı ortaya çıktı: Lüleburgaz Terminali. Bu da ortamın ya da ülkenin problemlerinden bir tanesi. Baktığınız zaman vaziyet de çok iyi görünmüyor ama biz çok da şikayetçi değiliz bu durumdan. Yavaş ilerleyip sağlam durabilmek bizim için önemli olan. Bunları da bize sağlayan şey, yarışma ortamında elde edilmiş başarılarımız.
Barış Demir: Nitelikli iş üretmenin aracı, yarışmayla yapmanın kendisi bence. Bizim için de yarışma, hem amaç hem araç. Sonuçta ulaşmak istediğimiz hedefe bizi yönlendiriyor. Bir yandan da piyasanın niteliksiz iş üretmeye zorlayan tavrından da bizi mümkün olduğunca uzaklaştırıyor.
Ezgi Tezcan: Yarışmalarda genelde işveren, kamu kuruluşları oluyor. Bu kuruluşlarla tasarım ve uygulama süreçleri daha mı sağlıklı ilerliyor? İşveren tercihinizi bu doğrultuda değerlendirmek mümkün olur mu?
Oya Eskin Güvendi: Kamu-özel sektör odaklı bir ayrım yapmıyoruz aslında, ama dediğiniz gibi yarışmalar ağırlıklı olarak kamu üzerinden çıkıyor. Her durumda avantaj sağladığını da söylemek mümkün değil. İlk aldığımız ödülün heyecanını hatırlıyorum şimdi, Şişli’de bir cami projesiydi. Biz birincilik ödülünü duyduğumuzda o gün malzemeler üzerine konuşmaya başlamıştık; o kadar heyecanlıydık. Fakat sonra geri dönüş bile olmadı. Siyasi nedenlerden ötürü hayata geçiremediğimiz bir iş mesela o. Onun dışında özel sektörle çalışıp, işini layıkıyla yapıp hakkını veren birçok ekip var.
Sıddık Güvendi: Sürekli kamuyla çalışma bir tercih olmaktan çıkıyor, yarışmayla başladıysanız. İşin başında çok net bir planlama var: yarışmalar üzerinden bu ortama dahil olmak, kendimizce doğru bir ofis profili ortaya koymak ve sonucunda nitelikli bir işi talep edecek işveren kitlesine ulaşmak. Artık beş yılın sonunda baktığımızda istediğimiz yere doğru evrildiğimizi görüyoruz.
Ezgi Tezcan: Peki, genç bir ofis olarak, geleceğe dönük nasıl bir mimarlık ortamı görüyorsunuz ve siz nasıl bir pozisyon alıyorsunuz?
Sıddık Güvendi: Mimarlık ortamı diye konuştuğumuz kalıbın aslında ne olduğunu tanımlamak gerek; bununla neyi kastediyoruz? Mimarlık ortamı eğer, kendi aralarında takılıyor gibi görünen bir grup mimarın tanımladığı steril durumsa, açıkçası onun içinde nerede durduğumuzu bilmiyorum; doğrusunu isterseniz merak da etmiyorum. Ama eğer mimarlık ortamından kastettiğimiz şey, bu ülkede üretilen bütün yapılarsa, dev çöplüklerde yaşadığımızın hepimiz farkındayız herhalde. Niteliğin kırıntısına bile ihtiyaç var. Genel olarak nasıl bir pozisyon alacağımızsa sadece mimarlıkla ilgili bir konu da değil, her konuda geçerli, kapımızın önünü süpürmekle başlayacağız. Hepimizin yapması gereken o gibi görünüyor. Bir grup insanın Don Kişotluk yaparak çözebileceği bir durum yok ortada, başka bir çıkış yok. Mimarlar olarak üzerimize düşense, en başta bu işin bütçelerini yerlere indirmemek, meseleye yalnızca para odaklı bakıp işveren kitlelerine mahkum olmamak. İşi sıkı tutunca, işverenlerin de zamanla neyi talep edebileceklerini fark edeceklerini ve işin hakkını verecek insanların peşine düşeceklerine inanıyorum. Pozisyonumuzu daha sakin, sağlam ve yavaş ilerlemek üzerine kurmuş durumayız. Gelecekte de bu yönde hareket edeceğimizi düşünüyorum.
Oya Eskin Güvendi: Mimar arkadaşlarla bir araya geldiğimizde herkesin aynı enerjiyi paylaştığını ve hedeflerin ortak olduğunu görüyorum. Bu, işin iyi tarafı. Öte yandan her hafta, mahalle başına bir üniversite açılıyor ve o üniversitelerde yetkin akademisyen yok. Piyasaya her yıl binlerce mimarlık unvanı almış meslektaşımız çıkıyor, ancak verilen eğitimin düzeyi ortada. Bu durumda ben çok olumlu bir tablo görmüyorum. Üstelik piyasada gündem metrekare üzerinden ne kadar kar elde edildiği. Hala gelişmekte olan ve nasıl gelişeceğini bilmeyen bir siyasi anlayış ve toplum içinde yaşadığımız düşünülürse tablo yakın tarihte değişecek gibi de görünmüyor.
Barış Demir: Ortamın geleceği konusunda ben çok karamsar değilim. Yeni ve güncel üretimlere çok rahat ulaşılabiliyor. Benim 2002’de mezun olduğum dönemde internet portalları kısıtlıydı; sadece süreli yayınlardan mimarlığı takip edebiliyorduk. Açılan yarışmaların sayısı azdı, yarışmalara katılabilmek içinse tecrübeli bir ekip olmanız gerekiyordu. Bugün, hem teknolojinin yaygınlaşmasıyla hem de üretim biçimlerinin çeşitlenmesiyle daha nitelikli ürünler ortaya konuyor. Tabi bu, işin çok daha bireysel iletişime dayalı yönü. Kentsel ölçekteki büyük kararlara baktığınızda söz konusu değil ne yazık ki. Hemen ofisimizin dibinde Fikirtepe gibi bir örnek var. Orada ne kadar nitelikli iş üretmeye çalışırsanız çalışın, o ölçekte, o emsalde mümkün değil. Bunlar nasıl düzelir ve kentsel dönüşüm politikalar yeniden nasıl ele alınır, bunları sorgulamamız gerekiyor.
Not: 5-6-9 sıralı görsellerde bulunan projeler Buda Mimarlık ile birlikte tasarlanmıştır.Lüleburgaz Terminali Fotoğraflar (3-4): © Engin Gerçek