Ezgi Tezcan: SCRA’nın mimarlık yarışmalarına dayanan bir hikayesi var. Biraz süreci anlatır mısınız, nasıl kuruldu ofis? Süreç yine yarışma odaklı olarak mı devam ediyor? Ofisin devamlılığını sağlayan başka projeleriniz var mı?
Bizim için, yarışmalarla tanışma, haşır neşir olma süreci SCRA Mimarlık ofisinin de çok öncesine dayanıyor. 2004 ve 2006 yıllarındaki mezuniyetlerimizden ofisin kurulduğu 2009 yılına dek, ayrı ayrı bürolarda çalışmaya devam ederken birçok yarışma denemesinde bulunmuş ve birkaçında derece alabilmiştik. Elbette alınan dereceler yarışmalarda ürettiklerimiz ve süreçte edindiklerimizle kıyaslandığında en önemli kazanımlar olmasa da bir şekilde işleri daha görünür kılması ve iştahımızı tazeleme anlamında destekleyici olmuştu. 2009 yılına geldiğimizde ise hem çalıştığımız yerlerdeki sürecin tamamlanması hem de girilen birkaç yarışmadan kazanılanların ayrı bir işe dönüşmesi sebebiyle SCRA Mimarlık kurulmuş oldu.
2009 yılından bugüne dekse mimari proje yarışmaları bizler için önemini hala koruyor. Her ne kadar yarışmalara katılmaya başladığımız dönemlere nazaran yarışmanın konusu ve jüri kompozisyonu anlamında daha seçici davranmaya başlasak da, senede iki ya da üç yarışmaya katılmaya gayret ediyoruz. Ofisteki diğer işlerin varlığı yarışmaları gündemimize alma konusunda bizi eskisine kıyasla daha az serbest kılsa da yarışmalara katılımımızın büroda “iş olmamasının” getirdiği güdülenme ve baskıyla oluşmaması konusunda oldukça rahatlatıyor diyebiliriz. Her ne kadar bu durumda olunan halleri iyi biliyor ve anlayabiliyor olsak da bu durumun sonuç ürünün niteliğinden bağımsız olarak özgürlüğümüzü kısıtlayan bir faktör oluşturduğunu düşünüyoruz. Genel anlamda yarışma ortamının sunduğu sürece müdahalenin görece az olduğu “kendi halinde” yapabilme durumunun oldukça değerli olduğunu hissediyor ve bunu korumaya çalışıyoruz.
Sorunun son kısmına gelirsek, ofisin devamlılığını sağlayan başka işler de yapıyoruz, fakat bu işleri de sadece büronun devamlılığını sağlamaktan ibaret ticari işler olarak ele almaktan kaçınıyor; genel iş yapma biçimimizi korumaya çalışarak yine yukarıda bahsettiğimiz türden baskılardan azade şekilde üretmeye gayret ediyoruz. Bu manada birçok ofiste gördüğümüz yarışma işi -yarışma dışı iş ayrımına inanmıyor, nasıl yarışma yapılıyorsa o özende yarışma dışı işlerin ele alınabileceğine inanıyoruz.
Ezgi Tezcan: Yarışmaların getirdiği bilinirlik, mimarlık camiasının dışına uzanabiliyor mu? İşverenle doğrudan bağlantı kurmada önemli bir rol oynuyor mu?
Yarışmaların getirdiği bilinirliğin mimarlık ortamının dışına eriştiğini, en azından bizim için, sanmıyoruz, belki nadir de olsa işveren kurumdaki mimarlara eriştiğini, oradan da dolaylı olarak fayda sağladığı söylenebilir. Bu manada yarışma ortamından bilinirlikle ilgili bir beklentimiz olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ayrıca bu türden bir bilinirliğin, mimarlık ortamı için de -gereksiz- bir şöhret mekanizması gibi çalıştığını; yarışma ortamından elde edilen kazanımlar içinde en değersizi olduğunu düşünüyoruz. Yarışma ortamının bütününde ürettiği bilginin ve geri beslemenin yarışma ve yarışma dışı işlerimize katkısının “bilinirliğe” göre çok daha fazla olduğunu açık yüreklilikle söylemeliyiz.
Ezgi Tezcan: Farklı ekiplerle bir araya gelerek kolektif üretimler gerçekleştiriyorsunuz. Bu, piyasa koşullarıyla mücadele etmenin zorunlu bir yöntemi mi?
Farklı ekiplerle bir araya gelerek yaptığımız kolektif üretimlerin piyasa koşullarıyla mücadele etme anlamında bir katkısı olduğu muhakkak. İki ya da daha fazla ekibin sahip olduğu iş ağının toplamının bir ekibin sahip olduğuna göre daha büyük olduğunu düşünürsek, daha geniş bir kitleye hitap edildiği aşikar. Fakat tam da bu noktada kazancın bölüşüldüğünü ve daha azla yetinmenin gerektiğini söylemek gerekir. Bunun tek adamlardan ya da daha az ortaktan oluşan büyük şirketlerin kazancıyla kıyaslanamayacağını dolayısıyla asıl derdin de maddi kazanımlar olmadığını belirtmek gerekiyor.
Bize göre farklı ekiplerle yapılan kolektif üretimleri tercih etmemizin sebebi, rekabet edilmesi zor büyük ofislerin üretim güçlerine neredeyse denk bir organizasyon becerisi kazandırması ve asıl olarak kolektif gücün üretimlerin niteliğini artırdığına inanmamız. Bu türden işbirliklerinde büyük ofislerdeki hiyerarşik yapının yarattığı defoların olmaması, çoksesliliğin ve gereken tartışma ortamının yakalanabilmesi, farklı ekiplerin farklı bilgi kümelerinin kesişmesi ve yoğun etkileşimin olması diğer avantajları olarak sayılabilir.
Ezgi Tezcan: Öte yandan gençler arasındaki bu iletişim gelecekte mimarlığın yeniden örgütlenmesine dair nasıl kapılar aralayabilir?
Birlikte iş yapma becerisine sahip olmanın; oldukça kalabalıklaşan, Uğur Tanyeli’nin değimiyle tamamen “hizmet sektörüne” dönüşen mimarlık meslek alanında nitelikli işlerle var olma, fark edilir olma anlamında katkılar sağladığını düşünüyoruz.
Fakat sorunun “mimarlığın yeniden örgütlenmesine dair nasıl kapılar aralayabilir” olduğunu düşünürsek cevabın kesinlikle bu türden kolektif çalışmaları bizlere nazaran herhangi bir ticari kaygı gütmeden sürdüren, sürdürmeye çalışan daha yeni nesil ekiplerin yaptıklarıyla olabileceğine inanıyoruz. Yakın zamanda açılan “Dayanışma Mimarlığı” sergisinde de yer alan, tüm işlerini ve çalışmalarını ilgiyle izlediğimiz Herkes İçin Mimarlık, Başka Bir Atölye, Düzce Umut Atölyesi, Mimar Meclisi, Plankton Project gibi oluşumlar konuşulmayı bu anlamda daha fazla hak ediyorlar diye düşünüyoruz.
Ezgi Tezcan: Katıldığınız belediye binası / kamu yapıları yarışmalarından uygulamaya dönüşen ya da yakın zamanda dönüşecek olan var mı? Tasarım ve uygulama arasındaki bilgi akışı, uygulamadan öğrenilen bilginin tasarıma kazandırdıkları yönünde nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Çanakkale Belediyesi Hizmet Binası yarışma sonucu kazandığımız ve mimari uygulama projelerini de gerçekleştirdiğimiz bir işti, şu anda da inşa aşaması devam ediyor. Bunun dışında ulusal yarışmalardan uygulama projelerini gerçekleştirdiklerimiz olsa da maalesef inşa aşamasına geçen olmadı.
Uygulama projeleri ve inşa süreci elbette tasarım sürecinden farklı olarak inşa etmeye ilişkin bilgi üretmenin daha ağır bastığı, önceki deneyimlerin öğrettiklerinin daha kıymetli olduğu bir aralık. Bu manada daha önce çalıştığımız yerlerdeki geçmiş tecrübeler ve inşa edilmese de, daha önce gerçekleştirdiğimiz uygulama projeleri süreçlerinden edindiğimiz bilgiler sayesinde altından kalkılan; eksikliği hissedilen konularda hummalı araştırmalara ve uzmanlıklara başvurulan, oluşan bilgilerin harmanlanarak olabildiğince yüksek nitelikte inşa verisi oluşturmaya çalıştığımız süreçler yaşadık. Bazı durumlarda uygulama projesi aşamasında karşılaşılan bütçe kısıtlarının en az inşa etme bilgisi kadar önemli bir parametre haline gelebildiğini deneyimledik.
Tüm bu uygulama projesi ve inşa etme deneyimleri bize, tasarımda hayal edilen durumun gerçekleşme şansı bulduğunda eğer gereken özen gösterilmezse çok hırpalanabileceği; önemsenen seçimlerin, inşa sürecinde de önemli bir araştırma ve bilgi edinme gerekliliği taşıdığını gösterdi. Var olan, bilindik inşa etme alışkanlıklarının çoğunlukla kendini dayatan, bazen kolay ve ekonomik de olmayan tip çözümler önerdiğini, buna karşın belirli bir niteliği de garanti etmediğini fark ettiğimizden beri imalata ilişkin araştırmalarımızı daha uzun sürece yayıp, piyasada vazgeçilmezlerden olan “kısa sürede iş bitiren ofis” olma illüzyonun dışında kalmaya çalışıyoruz. Daha uzun süre ayrılarak elde edilmiş, belirli süzgeçlerden geçmiş, rafine ve projeye özgü inşa etme bilgisinin, inşa aşamasında daha fazla süre ve üretim niteliği sağladığını düşünüyoruz.