Söyleşinin tamamını buradan izleyebilirsiniz.
Celal Abdi Güzer: İki tane bina var ben çok etkileyen İstanbul’da: Biri Aptullah Kuran Kütüphanesi, öbürü de İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi. Döneminin çok özgün, önemli örneklerinden her ikisi de mekan sadeliği, oranlar, ölçek, ışık gibi açılardan. Biriyle ilgili yıkılacağına dair haberler vardı, şimdi sizden duydum bu ikincisi için de gündemdeymiş. Kent belleğimizi oluşturan pek çok yapı, elimizden kayıp gidiyor. Umarım yanılıyoruzdur da yıkılmazlar ama son dönemde yapıları çok kolay gözden çıkarıyoruz. Koruma kültürünü bilmiyoruz gibi geliyor bana.
Sevinç Hadi: Benim gençliğim Atilla İlhan’ın şiirlerini okumakla geçti. Diyor ki, “Ayrılık da aşka dahildir.” Diyorum ki şimdi ben, yıkılmak da mimariye dahildir.
Celal Abdi Güzer: Elbette ama bu böyle tekil yapıların ya da mimarların altını çizmeye dair bir kaygı değil de kente sahip çıkmaya dair bir durum. Çünkü bakıyorsunuz, özellikle Avrupa başkentlerinde dokuyu oluşturan pek çok sıradan yapı bir arada korunuyor ve bir bölgeyi yıllar sonra bıraktığınız gibi buluyorsunuz. Burada alt kattaki bakkalınızı bulamıyorsunuz iki sene sonra. Hızla eskinin yerine yenisini koymak gibi bir yaklaşım ve yeni iyidir, büyük iyidir, hızlı yapılan iyidir gibi kendiliğinden meşrulaşan yeni imar algısı var. Onun içinde de birçok şey kayboluyor. İki kütüphane binası, üstelik de eğitim kurumlarının içinde, biraz daha sahip çıkılması gereken yapılar diye düşünüyor insan ki siz de söylediniz, İstanbul Üniversitesi’ndeki hala çok aktif kullanılıyor.
Sevinç Hadi: İkisi de kullanılıyor. Şimdi şöyle, burası yarışmaya çıktığında yıl 1964. Ordu Caddesi’nden arkasındaki Fuat Paşa Konağı’na kadar olan alanın hepsi verildi. Beyazıt Meydanı’nda bir trafo binası var, orası da dahildi. Ve bu binanın yarısı yapıldı, tamamı yapılmadı. Okuma salonları yapıldı. Okuma salonlarının altındaydı kitap depoları, o yapıldı. Giriş holü yapılamadı çünkü trafo kısmında kalıyor.
Celal Abdi Güzer: Trafonun taşınması mı gerekiyordu?
Sevinç Hadi: Evet, İstanbul Yarımadası’nı besleyen trafo bu, fakat o zaman Elektrik İdaresi Genel Müdürlüğü ile rektör aralarında anlaşma yapmışlar: On sene içinde trafonun yenisi yapılacak ve buradan taşınacak diye. Ona dayanarak, jüride Turgut Cansever var, Maruf Önal var, Adnan Ötügen gibi bilindik isimler var, hepsi karar vermişler ki o trafo oradan kalkacak. Hatta o alanda Seyfi Arkan’ın binası da varmış, onun da yıkılmasına karar vermişler. Bu yıkıma girecek kısım Şandor’un projesinde bahçe olarak kullanılıyor ve içeri girerken giriş holü karşısında bu yeşil alanı görüyor. Okuma salonları da Ordu Caddesi tarafında kalıyor. Şimdi kullanılan yer de burası. Bir önceki rektör ile görüşmeye gittiğimizde anlattık durumu, dedik ki bu trafo alana alınır ve kütüphane büyütülürse ihtiyacınızı karşılayacaksınız. Çünkü 120 bin kişi her gün oradan gelip gidiyormuş ve bunların büyük bir kısmı da kütüphaneye uğruyor. Bu kadar yoğun olan bir yer. Zaten o trafo dökülüyor, çok kötü vaziyette.
Bakın 1964 yılında konkur yapıldı, 1969’da sözleşmesi imzalandı, 1970’te temeli atıldı, 1986’da okuma salonları açıldı. Ve dediler ki buranın giriş holü yok, gelecek buraya Kenan Evren, açılış yapılacak. O zaman yan tarafta küçük bir aralıktan giriliyor içeri. Şandor’dan dışarıya bir ilave yapmasını istediler. Şandor dedi ki, “Ben yaparsam onu, o öyle kalır. Yapmayacağım.” Ondan sonra kendileri kötü bir ilave yaptılar, öyle de kaldı.
Rektör Bey’ anlattık, Beyazıt Meydanı gibi önemli bir yerde; birçok değerleri var bu meydanın kültürel, sosyal, ticari vs. çok geçti üzerinden ama bu trafo da alınsa burada bu kütüphane tam olarak meydana şeref verecek ama “Biz yenisini yapıyoruz.” dediler, öyle kaldı.