Celal Abdi Güzer: Aslında birçok alandan konuşabiliriz çünkü mimarlık ortamı içinde çoklu bir varoluşunuz var. Uzun yıllar ODTÜ’de hem tasarım stüdyoları hem de teori derslerinizle özellikle eğitimci yanınızla öne çıkıyorsunuz. Bunun yanı sıra projeleriniz de var ki bunlar yalnızca mimari projelerle sınırlı değil, mimari kültür ortamına katkıda bulunacak üretimleriniz de var. Bunların bazıları bugün hala sürüyor ve çeşitli izler bıraktılar. Önce öğrencisi olduğunuz, ardından da uzun süre yöneticiliğini yaptığınız ODTÜ'de kurulan ortamı süreç içinde nasıl değerlendiriyorsunuz?
Haluk Pamir: 1950’lerin ortasına gelinirken liberal bir politika izleniyor. Bu politikaya uygun bir yükseköğrenim ayağı ihtiyacı doğuyor. O sırada Ankara Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi devletçi bir yaklaşım izliyorlar. Sanıyorum bu, Adnan Menderes Hükümeti’ni bir tür yeni sistem arayışına yönlendiriyor. Bu sırada Birleşmiş Milletler bunun için bir grup oluşturuyor ve başına bir ekonomik planlamacı getiriyor. 1954 yılında kendisi gelip bölgeyi inceledikten sonra, bu hastalıklı kentleşmenin sağlıklı bir biçim alabilmesi için bir yerleşim ve konut enstitüsü kurulması ve bunun da merkezinin Ankara olması gerektiğini söylüyor ve Ankara için böyle bir karar alınıyor.
Celal Abdi Güzer: Üniversitenin ilk fakültesinin Mimarlık ve Planlama Fakültesi olması tesadüfi değil bu anlamda, çok bilinçli bir seçim. Peki, böyle bir işlev üstlenebildi mi ODTÜ?
Haluk Pamir: Bu çok boyutlu bir konu. Öncelikle, hızlı kentleşmenin anlaşılması için insanların eğitilmesi lazım. Bunun için ODTÜ’de eğitim programları vardı. Normal şehirsel yapılaşmanın dışında bir yapılaşma olan kırların kentleşmesini de öngörüyorlardı bence. Çünkü ilk yıllarda Harvard ve Pensilvanya’dan gelen grubun ortaya koyduğu projelerin çoğu buna yönelik. Önce birinci sınıf stajında kapı, pencere yapmayı öğretiyorlar, daha sonra ikinci yıl stajında kırsal bir yerde köy merkezi, okul gibi bir sosyal duyarlılık projesi yapılıyordu. Ama birdenbire kentsel problemler ön plana çıkınca fakültede daha çok mimarlık konularına ağırlıklı verildi. Planlamaya yönelik bölüm açıldığında da öncelik bu işi yapacakları eğitmek oldu. “Şehir ve bölge planlamanın teorisi nasıl olur, bu düşünce plan ölçeğine nasıl yansır?” şeklinde daha kavramsal bir noktada kalındı. Yani ben o dönemde planlamada çok etkin olduğumuzu düşünmüyorum ama belki biz olmasaydık da çok daha rastgele bir planlama ve şehirleşme olacaktı.
Celal Abdi Güzer: Ama bu durum yalnızca kuruma özgü değil, biraz Türkiye’nin planlama dinamiklerinden ve geleneğinden de kaynaklanıyor. Öyle hızlı, kestirilemez, yoğun bir göç, kentleşme ve yapılanma baskısı var ki… Özellikle de sadece tasarım alanından gelen bir kurumun bu duruma baskın bir şekilde müdahil olması çok zor Türkiye ortamında.
Haluk Pamir: Doğru. Kamunun namusu rolüne girdik. Yeni şehirlerin fiziki olarak planlanmasında daha az etkili olduysak da kamunun sağlıklı yasalarla desteklenebilmesi için bütün çalışmalarda etkindik. Toplumsal bir gerilim olduğunda bizim bilirkişiliğimize başvuruluyordu. Bu bence hala da böyle devam ediyor. ODTÜ’nün bilirkişiliği çok güvenilir. Kimsenin tarafını tutmayan ilkesel duruşu var ve bunun her konuda tutarlı olarak devam ettirilmesi çok güzel.