Tasarımcılar, projeyi anlatıyor:
Taner Ceylan ile serginin tasarımı ile ilgili konuşmaya başladığımızda bize serginin, mekan ve sanat eserleriyle birlikte konunun ruhuna uygun bir atmosfer yaratmasını istediğini söyledi. Mekanın ve tasarımın kendini geri çektiği, dört beyaz duvardan ibaret geleneksel bir sergi yapmayacaktık. Mekan olarak Zülfaris Sinagogu’nu seçerek kendisi ilk adımı atmıştı zaten.
Serginin konusu peyzaj resimle ilgili olduğu kadar özellikle 18. yüzyıldan itibaren bahçecilik ve mimarlıkla yakından ilgili olmuş bir kavram. Peyzaj bir kelime olarak doğal bir manzaranın resmini anlatırken uzun doğa yürüyüşlerinin moda olduğu 18. yüzyılda doğal manzara, sürekli mekansal bir deneyimden çok resim sanatına ait bir kompozisyon, adeta bir dizi çerçevelenmiş an olarak anlaşılıyordu. Bu bağlamda peyzaj kavramı resim ve mekan arasında tarihsel bir ilişkiyi barındırıyor.
Lorrain’in 17. yüzyılda yaptığı manzara resimlerine yerleştirdiği küçük mabetler, antik harabeler 18. yüzyıl peyzaj mimarlığının da bir parçası olmuştu. Türkçeye ahmaklık olarak çevrilebilecek, İngilizcede "folly" olarak adlandırılan, kimi zaman bitmiş kimi zaman harabe gibi yarım kalmış bırakılan bu küçük yapılar özellikle İngiliz bahçelerinde topoğrafyaya serpiştiriliyordu. Belirli bir işlevi olmayan ve ufak antik mabetleri çağrıştıran bu yapılar Olimpos Sergileri 2’nin de ilham kaynağı oldular.
Serginin keskin çizgileri olmayan rotasını Zülfaris Sinagogu içinde bir gezinti, sergi ünitelerini ise bu gezinti içerisinde sanat eserleriyle birlikte deneyimlenecek pavyonlar, bir iç mekan peyzajının folly’leri olarak düşündük. Bu pavyonlar kimi zaman gezintiye çıkmış olanları bir resimle baş başa bırakıyor, kimi zaman serginin diğer anlarını, binayı ve eserleri manzaraya açılan bir pencere gibi çerçeveliyorlar.
Pencere ve çerçeve bu küçük pavyonların tasarımında özellikle öne çıkan iki kavram oldu. Pencere manzaraya, yani dış dünyaya açılan bir geçit olduğu kadar bir iç dünyanın da var olduğunun ifadesidir aynı zamanda. 19. Yüzyıl sembolist resminin de konularından biri olan bu durum, yüzeylerin bir araya gelmesinden oluşan sergi pavyonlarının içi ve dışıyla ilgili bir deneyime dönüşüyor. Pavyonları sergi rotası içerisinde yoğunlaşma anları olarak da düşünebiliriz. Bu yoğunlaşma söz konusu mekanların içinde sanat eserlerinin deneyimlenmesiyle ilgili olduğu kadar kişinin kendisiyle baş başa kalmasıyla da ilgili. Bu bağlamda bu pavyonlar ilham aldıkları 18.yüzyıl folly’leri gibi tam bir tarifi olmayan, kişinin hayal gücüne bırakılmış yerler.
Bazı sergi üniteleri ise iki ya da üç boyutlu çizgisel çerçevelerden ibaret. Bu çerçeveler sinagogun boşluklarını, duvar bezemelerini çerçeveleyerek mekanın kendisini aktive ediyorlar. Bu ünitelere ince çelik tellerle sabitlenen eserler adeta ünitelerden bağımsız, mekanın boşluğunda, duvarların önünde havada asılı kalıyorlar. Eserler duvarın patinası üzerinde yeni bir katmana dönüşüyorlar. Patinanın katmaları gibi sergi de sanat eserlerinin, sergi ünitelerinin ve mekanın kendisinin oluşturduğu çok katmanlı bir deneyime dönüşüyor.
--
Yer: İstanbul
Ofis: Fields Studio
Tasarım: Eren Çıracı, Mevce Çıracı
İşveren: Taner Ceylan
Yüklenici: Tayfur Somer Dekorasyon
Proje Yılı: 2021-2021
İnşaat Yılı: 2021-2021