Bo Bardi, São Paulo’da yeni bir sanat müzesi inşa etme görevini, şehrin alçak kısımlarının panoramik manzarasını engellememe koşulu ile aldı. Bu kural ile önemli bir kentsel toplanma alanı haline gelen bu bölgenin insanlara ve şehre bırakılması amaçlanıyordu.
Bo Bardi, kararlı bir şekilde basit ve güçlü bir çözüm buldu. Ortasından büyük bir yarık olan bir bina tasarladı, yarısını terasın altına gömdü ve diğer yarısını gökyüzüne kaldırdı. Bu anlamda MASP, mimarların eşitlikçi değerleri ve sosyal sorumluluğu tasarım yoluyla teşvik etme gücünün bir örneğidir.
Masif ayaklar üzerinde duran iki ön gerilimli beton kiriş, müzenin ana sergi ve idari alanlarını içeren bir kutuyu askıya alıyor. Bu üst bölüm, cam asansör aracılığıyla aşağıdaki seviyelere bağlanıyor ve ziyaretçileri müze ile şehir arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Sanat eserinin onu yaratan insanlardan kopuk olarak var olabileceği fikrine kasıtlı olarak meydan okuyor. Bo Bardi bu söylemi, yıllarca modernist açık kat planının sanat eserleri arasındaki hiyerarşileri tanımladığı ana galerilere kadar genişletti. Ziyaretçiler asansörden serbest bırakılarak askıya alınmış resimlerden oluşan serbest bir alana bırakıldı ve net bir ilerleme hissi olmadan parçalar arasında dolaşmaları istendi. Cam panellere çarpıcı bir şekilde monte edilen parçalar havada süzülüyor, serginin özgürleşmiş kaosunu yoğunlaştırıyor ve binanın yüzen şeklini taklit ediyordu.
Bina müzenin görsel canlılığından sorumlu zarif camlar ve açık kat planları ile modernizme sıkı sıkıya bağlıyken öte yandan, devasa beton sütunlar ve yapısal sistemler ile müzenin inşası sırasında altın çağını yaşayan brütalizmden faydalanıyor.