Söyleşinin tamamını buradan izleyebilirsiniz.
Cüneyt Özdemir: Türkiye ekonomisinde ilginç bir tartışma var: Son on yıldır Türkiye’nin servetinin büyük bir bölümünü betona yatırdığı konuşuluyor. Burada mimarlar neden bu kadar geride kaldılar? Biz müteahhitleri, iş dünyasından insanları tanıyoruz ama mimarlar yavaş yavaş adlarını duyurmaya başladılar. Bunu konuşmak istiyorum ama öncelikle bir mimarlık programında 75 bölüm az değil. Bu projede hem yerli hem de yabancı mimar konuklar yer aldı, peki sen ne gördün? İnsanlar neyi merak ediyor, sen neyi anlatmaya çalışıyorsun?
Celal Abdi Güzer: Senin de altını çizdiğin gibi müthiş bir kentleşmenin, inşaat faaliyetinin olduğu bir ortamda bunların doğurduğu sorunların üzerimize yansıdığı bir ortamda bu konunun konuşulması, masaya yatırılması lazım. Bu kaçamayacağımız bir konu, çünkü ekonomimiz büyük ölçüde inşaat yatırımlarına dayanıyor; kentlerde yaşıyoruz dolayısıyla yapılar ve kent yüzleşmekten kaçamayacağımız bir yer. Bunun mutlulukları da sorunları da insanlara yansıyor. Herkesin mimarlıkla az ya da çok bir şekilde ilişkisi var. Bu nedenle bu seri aslında arada kalmış bir durumu temsil ediyor. Hem gündelik yaşamda mimarlığa ilgi duyanlara hem de mimarlara ve mimarlık öğrencilerine hitap ediyor. Bizim de çok şaşırdığımız şeyler oluyor: Jale Erzen ile yaptığımız söyleşi 40.000 civarında mimarın olduğu bir ortamda 100.000’den fazla izlendi örneğin, mimarlarda 150.000’e kadar çıktığı oldu. Bazı zorluklar da beraberinde geliyor tabi, çok incelmiş akademik konulara girmiyoruz, bazen yüzeysel kalıyoruz, bazen derinlemesine tartışıyoruz ama sonuçta birçok alanı birlikte ele almaya çalışıyoruz.
Sorduğun soru çok önemli. İtiraf etmek gerekirse mimarlık, Türkiye’de inşaat sektörü ve faaliyetinin öne çıktığı ölçüde değer kazanamıyor ya da bununla doğru orantılı bir ürün ortaya koyamıyor. Baktığımız zaman dünya mimarlık literatüründe ve tartışmasında açık ara öne çıkan Türk mimarlar, yapılar yok. Bu sadece mimarlarla ilgili bir sorun değil, bu kültürel bir sorun. Çoğu zaman bunu konuştuğumuzda arkadaşlarım şunu söylüyorlar ki haklılar: “Sinema ne ise, televizyon ne ise, gazeten ne ise, edebiyatın ne ise; mimarlığın da o!” İyimser bir açıdan bakarsak, gelişmekte olan bir toplumun tüm dinamikleri her alana olduğu gibi mimarlık alanına da yansıyor. Ama Türkiye’de vasatlaşma kültürü var. Eleştirel kültüre çok geçirgen değiliz, bu çok önemli bir şey. Bu tür yaratıcılıkla ilgili dallar, sanat olsun, mimarlık olsun, eleştirel kültürün yerleşik olduğu ortamlarda çok daha hızlı ve radikal bir şekilde gelişiyor. Öbür türlü herkes kendisini biraz törpüleyerek ortalama düzeyde var oluyor. Türkiye’de iyi yapılar yapılıyor; iyi mimarlar, iyi mimarlıklar var ama çok marjinal örnekler yok. Bunlara belki de yer açacak kültürel ortam yok. Zaman içinde gelişeceğini ümit etmek istiyoruz. Tabi bu sadece Türkiye’ye özgü bir sorun da değil. Son yıllarda bir tür özgürleşme kılıfı altında tipleşen bir yapılaşma uygulamasından bahsediyoruz. Biçimsel olarak cepheye dair denemelerle çeşitlenmiş bir mimarlık var. Baktığınızda ilginizi çekiyor ama arka planında ideolojik, kültürel, sosyal çok da mesajı olmayan işler bunlar.