Ezgi Tezcan: Kurulduğu dönemde pek çok mimarı bir araya getiren Lot Studio nasıl bir düşünceyle yola çıktı?
Erkan Akan: Biz 2013’te 11 kişilik -hemen sonrasında da 12 kişi olduğumuz- bir ekiple, güç birliği başlığı altında bir mekanda toplanan bir üretim platformu oluşturmayı amaçlamıştık. Herkesin belli bir gücü, çevresi ve iş yapabilme potansiyeli vardı ve bunu bir araya getirmek istedik. Burada iş tanımının karşılığı hiçbir zaman salt mimari üretimle sınırlı değildi. Farklı alanlardan beslenmek böylece biraz daha eğlenebildiğimiz şekilde çalışmak düşüncesindeydik. Kendi staj ve çalışma dönemlerimdeki gözlemlerimden hareketle, mimarlık ortamının sorunlarını dillendirmeye ve alternatif modelleri sorgulamaya çalıştığım bir metin yazmıştım. Bunu arkadaşlarımla paylaştım, bir yıla yakın bir süre boyunca birçok arkadaşımla çeşitli yerlerde oturup “hep beraber toplaşırsak bir şeyler yapabiliriz” dedik ve nihayetinde o zaman maddi manevi şartları uygun olan birçok kişi bu çatı altında toplandı. Böylelikle birlikteliğin kurulmasına vesile oldum diyebilirim.
İnsanların ilk aklına gelen 11 ortak olduğumuzdu, halbuki bu bir ortaklık yapısı değildi, zaten temel amacımız da bu değildi. Herkesin özgür olarak durduğu, herkesin birey olarak kendi şirketiyle var olduğu bir çatıydı. Yaklaşık iki yıl boyunca gitgide azalarak devam ettik ki temel ayrılma sebepleri taşınmalar, askerlik, akademik ortama geçişti. İki yılın sonunda üç kişi kalmıştık. Geçtiğimiz yaz, Mimarlar Odası İzmir Şubesi’nde bir sunum gerçekleştirdim. O sunuma hazırlanırken fark ettim ki Lot çok aktif ve canlı bir platformdu, dolayısıyla yeni insanların da eklemlenmesine açıktı fakat biz bunu göz ardı etmişiz, hiçbir zaman üzerine düşünmemişiz. İşlerimizin yoğunluğundan kafamızı kaldıramamamız nedeniyle bu platformun nasıl ilerleyebileceğini çok hesaplayamamışız. Bunu o zamanlar fark etseydim, buraya uyum sağlayabilecek birçok arkadaşımı ekibe dahil eder ve düzeni sürdürmek isterdim.
Üç kişi kaldıktan sonra çeşitli işler sebebiyle şirketleşmek ve bu resmiyetin altına girmek zorunda olduğumuz için ortak olduk. Şirketleştiğinizde o işin her şeyinden sorumlu olmaya başlıyorsunuz ve bu zor durum. Sonunda bu ortaklık da her ortaklıkta olduğu gibi, zorluklarla yüzleşti; 2015 yılında da birkaç çatışma sonrasında herkes kendi yoluna devam etme kararı aldı. Ben de Lot’u başlatmış biri olarak devam ettirdim.
Ezgi Tezcan: Bu çoklu düzen içinde herkesin bireysel varoluşunun yanı sıra disiplinler arası katkılar da vardı, öyle değil mi?
Erkan Akan: Tabi, aynen öyle. Mimarlık kolektif yapılabilecek bir meslek. Hele ki İstanbul’a yeni geldiyseniz, aileniz veya çevreniz aracılığıyla önünüze dizilen iş olanaklarınız yoksa zor bir meslek. İstediğiniz kalemi bulmakta zorlanabiliyorsunuz. Yüksek lisansını yeni bitirmiş veya farklı dallarda birkaç yıllık tecrübesi olan bir ekiptik; inşaat mühendisi de, peyzaj mimarı da vardı aramızda. Yapı üretim aşamasındaki sorunları da kendi içimizde tespit edebiliyorduk böylece. Teslim sırasında, mühendislik kalemleri de çözülmüş haliyle devam ediyorduk. Böylesi bir platformda işverenin de karşında güçlü bir şekilde durabiliyorsunuz.
Ezgi Tezcan: Genç mimarlar Lot gibi bir çatı altında toplanmasalar dahi çeşitli ortaklıklar yapıyorlar. Bu tür ortaklıklar uzun vadede mimarlık yapma biçimlerini değiştirir mi sizce? Bu daha parçalı yapı, süreklilik gösterebilir mi?
Erkan Akan: Bizim yaş grubumuz bence dünyaya daha farklı bakıyor. Aramızdaki ara kuşaktan mimarları örneğin bazı konulara ikna edebilmek kimi zaman zorlayıcıydı. Bu ara kuşak hem yıldız mimarları hem bizim kuşağı görüp arada kalabiliyor. Çünkü yıldız mimar olmak isteseler de bu şartlarda bunun mümkün olamayacağını biliyorlar; öte yandan da kolektif üretimle istedikleri projeleri gerçekleştirebileceklerini görüyorlar. O anlamda biz kendi içimizde de bu konuları tartışmışızdır zamanında.
Biz ise daha paylaşımcıyız belki de. Önemli olan birlik, beraberlik diye düşünüyoruz. Bu da üretim biçimlerini elbette değiştiriyor. 2013’te bu işe başlarken, hocalarımdan da fikir almak için görüştüğümde bunun Türkiye’de bir örneği daha olmadığını söylediler hep. Bir ilki denedik bir anlamda. Bu yaz başında İzmir’de buna benzer bir yapılaşma oluştuğunu öğrendim ve çok sevindim. Ardından Okan Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak başladım, orada karşılaştığım bir arkadaşım da benzer çabalar içinde olduklarını söyledi. Bu da gösteriyor ki üretim biçimimiz evriliyor.
Ben bizim yaşımızdaki mimarların ofislerinde kast sistemi kurmak istemediklerini de seziyorum. Tabi ki yönetici ya da lider olabiliyor ama kimse bildiğimiz anlamıyla “patron” olmak istemiyor. Bizim kuşak belki de hayatı daha fazla yaşamak istiyor, mesleğin yanı sıra başka şeyler de etrafımızda, onlara da zaman ayırmak istiyor. Ben örneğin hep üretim yapmak ve özgür olmak istiyorum dedim ve Lot bu isteğin bir uzantısı. Keza bu platform kurulduktan 4-5 ay kadar sonra, kendimi bu platformdan çıkarıp başka bir yerde başka bir uğraşla meşgul oldum. Ama beş ay sonra geldiğimde Lot hala vardı çünkü sistem olarak başarılıydı. Bu da bunun somut bir örneği. Herkesin küçük bir dişli gibi katkı sağladığı bir sistemden bahsediyorum. Ve bu sistemden çıkan bir dişli, belki verimliliği etkilese de sürekliliğe engel değil. Böylece özgürlüğümüzü kazanıyorduk. Hayatta elde etmek istediğiniz farklı deneyimler maddi ve manevi koşullarınıza bağlı ve bu koşullar olgunlaştığında dahi mevcut sistem içinde ancak kısıtlı bir süre için “izin almanız” gerekecek. Oysa sizin hayalleriniz çok daha büyük. Biz bu düşünceyle hareket ettik diyebilirim.
Ezgi Tezcan: Bugünkü Lot da benzer şekilde devam etme eğilimi gösteriyor mu?
Erkan Akan: Gösteriyor, evet. Çünkü en baştan bu temeller üzerine oturdu. Benim Lot’u devam ettirme talebim de aslında bununla ilgili. Bazen arkadaşlarımla konuşuyoruz, böyle bir birliği yeniden nasıl sağlayabileceğimize dair. Şu an içinde bulunduğumuz ekonomik durum imkanları zorluyor ama belki ilerleyen vakitlerde neden olmasın diyorum açıkçası.
Ezgi Tezcan: Üretimlerinize dönersek, ağırlıklı olarak çeşitli kamu kurumları için ürettiğiniz projeleriniz var. Buradan nasıl bir deneyim birikti?
Erkan Akan: Evet, durduğunuz yer biraz şans, biraz da tercih. Yaptığınız bir iş referans oluyor ve neyi iyi yapmaya çalışırsanız oradan ilerlemeye devam ediyorsunuz. Kamuya iş yaptığınızda kütüphane, belediye hizmet binası, spor kompleksi, engelsiz yaşam merkezleri vb farklı projelerde deneyim elde ediyorsunuz. Piyasamızın %85’inin konut üretimine dayalı olduğunu düşünürseniz, çok genç bir ofis olmamıza rağmen birçok konuya eğilebildik. Üsküdar’da tamamen yerin altında çözümlenmiş bir spor kompleksi projemizin hafriyatı başlamış durumda örneğin. Engelliler üzerine yaptığımız dört proje oldu, ikisi tamamlandı.
Ezgi Tezcan: Peki işveren kamu olduğunda süreçlerin özel sektöre göre daha farklı işlediğini düşünüyor musunuz?
Erkan Akan: Gördüğüm kadarıyla çok büyük farklar yok. Kamuda bazen çok kısa sürelerde çok fazla şey istendiği ve sonra birden aylarca durulup hiç ilerleme kaydedemediğiniz zamanlar oluyor. Ama bunlar, özel sektörde de karşınıza çıkabilir. Bunun ötesinde rafa kalkan projelerimiz de oldu.
Ezgi Tezcan: Peki Türkiye mimarlık ortamının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Yapılı çevremizin niteliği anlamında nasıl gelişmeler bekliyor sizce bizi?
Erkan Akan: 2000 yılından sonra hepimizin bildiği gibi inşaat sektörü çok hızlı ilerledi, buna belli bir ölçüye kadar mimarlık da eşlik etti. Özellikle bizden önceki kuşak, bu ortamdan gerçek bir fayda sağlayıp iyi projeler üretebildiler. Onların yansımalarını biz bulabilecek miyiz, umut ediyorum açıkçası. Buradaki sorun şu: İnşaat on büyürken mimarlık bir büyüdü. İnşaat ve mimarlık arasındaki ayrımı kabul etmek gerekiyor çünkü inşaat teknik bir alan ve mimari girdiler işin içine girdiğinde daha fazla zaman ayırmak gerekiyor. Ama Türkiye’de bu zaman hiç tanınmıyor.
Öte yandan mimarlığa talep de son 20 yılda arttı ve bu sadece bizim ülkemizdeki gelişmelerle alakalı değil. Teknolojinin veya görsel iletişimin fazlalaşmasından dolayı insanlar kendi beğendikleri örnekleri bulup talep edebiliyorlar. Eskiden muhtemelen mimarlar örnek gösterirdi, şimdi bu büyük ölçüde değişti. Bu anlamda çok umutsuz bir tablo görmüyorum. Ekonomik şartlar nedeniyle sektörde bir durma yaşanmış olsa da insanların görme zenginliğiyle, talebin de bu şartların değişmesiyle artacağını düşünüyorum. Keza bana kalırsa talebin kalitesi de artacak. Bugünkü durağanlığın da hem bir eleme süreci gibi işleyecek hem de farklı alanlardaki üretimleri de tetikleyecek ve bundan sonra daha akılcı, nitelikli üretimler ortaya çıkacaktır mutlaka.