TH&İdil Mimarlık'ın ortaklarından Hasan Özbay, bisiklet tutkusunu, hikayesini, deneyimlerini ve bu sporun çevresiyle olan ilişkisini nasıl dönüştürdüğünü anlatıyor:*
*Bisiklet ile tanışmam her çocuk gibi, küçük yaşlarda oldu. Ama devamı farklı gelişti. Bisiklet derken 3 tekerlekli, çocuk bisikletini kastetmediğimi baştan söyleyeyim. Ortaokul 2’nci sınıfa gittiğim yıllarda, babam bana bisiklete binmeyi öğretti. O yıllarda Samsun'da oturuyorduk. Kentin karayolu olarak da kullanılan ana bulvarı boyunca, kent merkezi ile eski stadyum arasında, hafta sonları bisiklet kiralanırdı. Biz de oradan bisiklet kiralardık. Babam bana bisiklete nasıl binileceğini gösterdi ve bir yaz boyunca orada pedal çevirerek, bisiklet kullanmayı öğrendim. Babam bisiklete binmeyi bilmiyordu. Ama bisiklette dengede kalmanın kuralını biliyordu: “Devrildiğin yöne gidonu çevir ve hareket et”. Hız arttıkça dengenin kolaylaştığı kuralını ise da zaman içinde ben fark ettim.
Bisiklet öyküm bir yaz süren öğrenme aşamasında kaldı. 3-4 yaşlarında kullandığım 3 tekerlekli bisikletten başka çocukluk yıllarımda bisikletim olmadı. Yaz bitti, okul başladı, sonraki yıl biz Ankara'ya taşındık. Lise başladı. Ankara'daki trafik, şimdi ile kıyaslanamaz, ama, aileme tehlikeli geldi ve bisiklet alınmadı. Üniversite yıllarında da, ders yoğunluğu, yaz stajları, öğrenci iken başlayan çalışma hayatı derken, bisiklet hiç hayatımda olmadı. Evlenip, kendi evim olduktan sonra çocukluk hayalim yeniden canlandı. 30'lu yaşlarımın ortasında, 90'lı yıllarda Ulus’ta bisiklet satılan Yıba Çarşısı'na gittim. Gözüme kestirdiğim bir dükkana girdim ve bisiklet almak istiyorum dedim. Satıcı bir bisiklet gösterdi, rengini beğendim ve aldım. O tarihte internet veya bisiklet dergileri gibi bir medya olmadığı için, aldığım bisikletin Bisan’ın “Mauntain Cat” modeli olması dışında, şehir/yol gibi bisiklet kategorilerinden, bileşenlerinden ve ekipmanlarından tamamen habersizdim. Bisikletin üzerinde 3x6 olmak üzere 18 vites olması bana inanılmaz gelmişti. Arabam bile 5 vitesti!
-İlk bisikletim Çaka Plajı'nda, Perşembe, Ordu-
Bisikleti aldıktan sonra doğrudan eski Hipodrom alanındaki Atatürk Kültür Merkezi sahasına gittim ve tören için kullanılan geniş, düz alanda, bisiklete bindim. Acaba unutmuş muydum diye ilk denememi boş bir yerde yaptım. Unutmamıştım, ama acemiydim de. Acemiliğimin bazı konularda hala sürdüğünü belirteyim. Gidonu tutmadan sürmeyi, kısa mesafeler dışında, hala beceremiyorum, dahası korkuyorum da bisikleti tutmadan gitmekten. Ön tekerleği kaldırarak sürmeyi hiç denemedim. Dağlık alanlarda atlayarak, zıplayarak sürmeyi de aklıma bile getirmedim.
Bisikletim ile genelde hafta sonları, evden çıkıp, Oran sitesine gidip gelmek sınırlarında 9-10 kilometrelik sürüşlerle yetindim. Önceleri yokuşları tırmanamıyordum. Zamanla daha kolay tırmanmaya başladım. Bazen de Eymir gölü kıyısına gidip, gölün etrafında pedal çevirdim. Bu eylem, genelde yaz ayları ile sınırlı kaldı ve yılda 10-15 sürüşten fazlası değildi.
-Ankara'nın çeperlerinde doğa-
Bundan 3 yıl önce eşim Aslı [Özbay] beni aradı ve “bak Uçhisar'da bisiklet yarışı var” dedi. Merak ettim, yarışın duyurulduğu internet sitesine girdim. Biri kısa, diğeri uzun, “Granfondo” olarak adlandırılan, 2 yarış vardı. Kısa olan 45 km. mesafede yapılıyordu. Yapabileceğimi düşündüm, yarışa kaydoldum. Biraz da araştırdım, bu yarışı. Granfondo İtalyanca'dan gelen bir kelime ve “Yol Yarışı” demek. Belli bir mesafenin belirlenen bir zaman limiti içinde, genel ve yaş grupları ayrılarak tamamlanması temel kuralı. Yarışlara esas olarak yol bisikleti ile katılınıyor, ancak elektrikli olmak dışında herhangi bir türde bisiklet ile de katılabiliyorsunuz.
-Çeşme Granfondo başlama noktası-
Yarış zamanı geldiğinde, kendi bisikletim ile gitmedim. Aslı'nın çalıştığı Argos'da bisikletler vardı. Onları daha önce de kullanmıştım. Benim emektar bisikletten daha yeni ve hafif bisikletlerdi. Onlardan birini aldım ve yarışa katıldım.
Sabah erken saatlerde Uçhisar merkezinde start noktasında toplandık. Etrafımda yüzden fazla yarışa katılan vardı. Kimisi Fransa Turu'na katılıyormuş gibi giyinmişti. Altlarında da küçük bir servet ederinde bisikletler vardı. Ben oldukça mütevazi bir kıyafete ve bisiklete sahiptim. Altımda bir şort, üstümde bir penye vardı. Tek aksesuarım kaskım idi. Aslı “herkesin eldiveni var, senin niye yok” dedi ve koşturarak yarış alanında malzeme satan bir stanttan bana eldiven aldı.
Yarış başladı, elli metre ya gittim ya gitmedim, benim bisikletin zinciri attı. Zinciri taktım, bir o kadar daha gitmeden bu sefer vites bozuldu. İndim onu onardım. Dakikalar geçti tabii... Bisiklete bindim, tam devam ediyorum, hakem geldi ve “siz zaman sınırını aştınız, diskalifiye oldunuz” dedi. Şaşırdım, kızdım. Ben de “değerlendirme dışı da olsa parkuru tamamlamak istiyorum” dedim, izin verdi ve yola devam ettim. Bisiklet yol boyunca 5-6 kere daha sorun çıkardı, zinciri attı durdu. Ben ana gruptan uzak kaldım. Arada başka bisikletlileri yakaladım, hatta bazılarını da geçtim. Yol boyunca Kapadokya'da hiç görmediğim, müthiş etkileyici perspektifler veren vadilerden geçtik. Durup resim bile çektim. Sonuçta yarışma dışı da olsa 45 kilometrelik parkuru 2 saat 50 dakikada tamamladım.
Bazı dersler aldım. Emanet bisiklet ile spor yapılmayacağı bunların başında geldi. Diğeri de bir spor yapıyorsanız, onu hakkıyla yapmak gerektiğiydi. Ankara'ya dönünce ilk işim bir bisiklet almak oldu. Beni tanıyanlar bunu hemen yapamadığımı anlamışlardır. Bir süre araştırdım. Hangi bisiklet, bileşenler nasıl olmalı vb. diye, internet dünyasını taradım. Sonuçta yol bisikleti almaya karar verdim ve bir bisiklet satıcısına gittim. Satıcı beni dinledi, bana baktı ve yol bisikletini bana önermedi. Biraz bozuldum tabii. Başka bisiklet satıcısına gittim, o da yol bisikleti önermedi. Gittiğim üçüncü satıcı da yol bisikleti önermeyince, ben de ara bir çözüm olarak şehir (tur) bisikleti aldım. Ekipmanı da tamamladım. Artık bisiklet taytı giyiyorum, havalı renk renk formalarım, ayakkabım var. Uzaktan bakınca Fransa Turuna katılacak gibi duruyorum.
Yeni bisiklet alınca, bisiklet teknolojisinin çok geliştiğinin farkına vardım. Yeni bisikletim ilk bisikletimin yarısı ağırlığında. Vites geçişleri çok seri. Frenler iyi tutuyor. Yolda akıcılığı çok daha iyi. Bisiklet üzerinde zaman geçirme sürem de hızla arttı. Bisiklet her zaman benim için bir özgürlük alanı oldu. Binerim ve canım nereye gitmek isterse oraya pedallarım. Zaman içinde çeşitli bisiklet grupları ve dernekleri ile tanıştım. Onlarla toplu sürüşler de yapmaya başladım. Toplu sürüşün bazı kuralları var ve özgürlüğü biraz kısıtlıyor. Ama konforu da var. Daha güvenli ve bilmediğin güzergahları da keşfediyorsunuz. Hepsinden önemlisi yeni insanlarla tanışıyorsunuz.
-Sabah sürüşü-
Bir yıl boyunca bisiklete oldukça yoğun bir şekilde bindim. Sonuçta Kapadokya'da Granfondo zamanı tekrar geldi çattı. İkinci kez start noktasında durduğumda Fransa Turuna katılacak gibi görünüyordum. Yarışı zaman limiti içinde tamamlamak ana hedefimdi. Bu sefer sorunsuzca tamamladım. Bitiş noktasına 2 saat 4 dakikada ulaştım ve yaş grubumda 3’üncü oldum. Benim için kürsüye çıkmakta daha da önemlisi, bir yıl içinde aynı parkuru 45 dakika daha iyi koşmuş olmamdı.
Yarış esnasında özellikle yokuş performansım oldukça iyiydi. Ancak yokuşta geçtiğim pek çok bisikletlinin beni düz yolda geçmesini önleyemedim. Buna şehir bisikletinin yol bisikletine göre daha yavaş sürüş deneyimi sunması neden olmuştu. İçimdeki yarışmacı ruh beni tekrar yol bisikletine yönlendirdi. İtiraf edeyim yol bisikletini kullanabileceğimden tam emin değildim. Özellikle incecik lastikleri gözümü korkuyordu. Dışarıdan bakınca benzer görünse bile, yol bisikletleri de kendi içinde alt gruplara ayırılıyordu. Aero, endurance, gravel, cyclocross gibi türlerin yanı sıra; bileşenler, kadro cinsi gibi çok çeşitli etkenlerle farklılıklar oluşuyordu. Ben daha rahat bir sürüşü hedefledim ve endurance, alüminyum kadrolu, iyi bir vites setine sahip, makul fiyatlarda bir yol bisikleti aldım. Makul fiyat konusu bisiklet dünyasında açıklanmaya muhtaç bir kavram. Dışarıdan bakan, şekil olarak birbirine benzeyen bisikletlerden biri 2-3 bin lira iken diğerinin bir araba parası olan 75 bin liralara nasıl ulaştığını anlayamaz. Maliyet olarak nasıl ulaştığını anlıyorum, ancak nasıl alınabildiğinin rasyonelini ben de anlayamıyorum.
-Mehmet Ağa Konağı önünde, Halaçlı köyü, Ankara-
Son bir yıl içinde -profesyonel sürücüler için elbette az- 6 bin km yol yaptım. Araba ile yaptığım 10 bin km ile kıyaslayınca hiç de fena değil. Ankara'yı bir uçtan bir uca pedalladım. Haymana, Ayaş, Temelli, Elmadağ (hem ilçe hem de dağ olarak), Kurtboğazı barajı, Gölbaşı aklıma ilk gelenler. Bir gün içinde 150 km yol gittiğim de oldu. Doğanın içinde sessizce akmak, en keyif aldığım şey. Bisikletle hareket halinde olmanın bir yan ürünü de mimarlık üzerine oldu. Araç sürerken farkına varmadığım pek çok yapıyı, bisikletle giderken fark ettim. Durdum, bazen gezdim, fotoğrafladım. Hatta bazılarının Serbest Mimar Dergisi'nde yayınlanmasını bile sağladım.
-Marmara Granfondo bitirme hatırası, F1 pisti, İstanbul-
Son üç yıl içinde 6 kere Granfondo'ya katıldım. Bir kez ikinci, bir kez de üçüncü olarak kürsü gördüm. Daha önemlisi Antalya, Kapadokya ve Çeşme'yi bu şekilde keşfettim. Çanakkale'de Gelibolu savaşları anısına düzenlenen tura katıldım ve iki gün boyunca pedalladım. Yeni yapılan Troya Müzesini bisiklet ile giderek ziyaret ettim.
-Troya Müzesi'nde-
-Tarihin İzinde sürüşü, mola yerinde her yaştan bisikletli, Kilitbahir, Çanakkale-
Bisiklet benim için bir hobi ve spor amacı taşıdı. Ne yazık ki ulaşım amacı taşımadı. İlk bisikletimi ailemin köklerinin olduğu yer olan Perşembe'ye (Ordu) götürmem ve gündelik hayatıma biraz katmış olmam bunun tek istisnası. Ülkenin ve kentlerin bisiklet ulaşımı altyapısına sahip olmaması ve halkın bisiklet kültürüne yabancı olması da önemli bir neden elbette. Az ve sınırlı sayıdaki bisiklet yollarında, yolu kullanan yayalar, motosikletler ve park eden araçlar, ne yazık ki, çok olağan kabul ediliyor. Bu konuda yeni yeni bilinç oluşması ise çok sevindirici. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin 60 kilometreye yakın bisiklet yolu planlaması ve bunu kamuoyuna duyurması ise umut verici bir gelişme.
-Bisiklet yolu ve sahil, Ordu-
Trafikte bisikletliye dikkat edilmesi konusunda çok eksiklikler olsa da iyileşme var. Tek değişmeyen sokak köpeklerinin bisikletçileri kovalaması. Kaçmak da iyi bir antrenman diye Polyannacılık oynamak en iyisi. Köpekler birkaç kere geçince alışıyor, öğreniyorlar ve kovalamaktan vazgeçiyorlar. Fakat bazı sürücüler, yolda sıyırırcasına geçmekten vazgeçmiyorlar.
Hasan Özbay, 4.12.2019/ Ankara.*