Urla’nın Yağcılar Köyü'nde sürdürdüğü mimarlık pratiği ve şaraplık üzüm fidesinden şarapheneye uzanan hikayesinin konuşulduğu söyleşiyi buradan izleyebilirsiniz.
[...]
Yıllarca Alsancak’ta ofisim varken, burada (Urla-Yağcılar Köyü) 4 km ötede bir yazlık evim oldu. Ama ben sürekli yerleşmek istedim. 1999 yılında bana ilerideki 6 dönümlük ofisin yerini sattılar. Orada bir bağ evi kurduk, 2004'te "neden burada bir ofisim olmasın" dedim. Dijital ortam da bana bu kırsal bölgeye yerleşmek için yardımcı oldu. Bu sefer "ne dikelim ne yapalım?" dedik. Ben şaraplık üzüm dikmek için gelmedim ama 1999'da buradaki ilk şaraplık üzüm fidesini ben diktim. Kendimize şarap yaptık. Bu arada köyü de yavaş yavaş tetikledik. Bu arada ana eksende mimarlık devam ediyor. Urla Bağ Rotası'nın da kurucu üyesiydim fakat resmi bir şaraphane yapamadık. Arazilerimizden bir tanesi 2017'de 3. bölgeye düşünce harekete geçtik. Nevzat Sayın'la beraber bu yapıyı yaptık. İşletme, tadım, pazarlama gibi baya işi var. Buranın alt katı imalathane, üst katı tadım yerimiz.
[...]
Mimarlık benim için ortaokuldan beri bir saplantı halindeydi. Bunun nedenini söyleyeyim: Babam bir askerdi fakat farklı bir askerdi. Ava meraklıydı. Herkes 6 sene şark hizmeti yaparken biz 14 sene yaptık. Kardeşim ve ben 11 farklı şehirde okuduk. Tabii çocukken "biz geziyoruz" gibi düşünüyorduk ancak annem sürekli bir ev özlemi içindeydi. Bunun ortaokulda bilincine varmaya başladım. Hatta Bingöl’de Hıdırellez’de annem beni çağırır ve hemen bir maket yapar ve Murat Nehri’ne bırakırdık: "evimiz olsun" diye. O zamandan beri saplantılı bir halde mimarlık benim için. O kadar gezmenin şikayetten öte cebimizi dolduran bir şey olduğunu da sonradan anladım. O zamanlar 1960’larda lojman yok, Erzincan’da deprem evlerinde kalıyorduk. Sokak, yemek, mahalle gibi kavramlar çok önemliydi. Mimarlığın sadece bir yapı olmadığını, sosyolojik bir miras olarak sokak kavramının kaldığını orada anladık.
[...]
Zaman bizi hıza, çabukluğa ve yalnızlığa itiyor, gençliğimizdeki gibi değil. Mimarlık da zaman boyutuna göre değişen bir şey. Dünyanın kendisinin bir mekan olduğunu anladık.
[...]
Ben kendimde yeni felsefeler yaratmaya başladım. Böyle bir devinim içerisindesiniz, sürekli değişiyor. Bitmiyor mimarlık. "Herhalde mimar olamadan öleceğim" diyorum. Basit zordur kavramına çok takılmaya başladım. Basit kolaycılık değildir. Basit doğduğumuzdan itibaren içinde bulunduğumuz plazmadır, doğduğumuzdan itibaren içinde bulunduğumuz havanın, suyun kendisidir. Bu basiti araştırmak suretiyle ihtisaslaşma oluyor. Mimarlığın basitleştirilmesi nasıl yapılmış, eli nereye gidiyor, o malzeme ne istiyor, zorlamadan…
[...]
Nevzat’la birlikte Ege’de 72 kişilik sınıftan 2 kişi sanki her şey bizden soruluyor gibiydi. Biz Nevzat’la her hafta sonu Kula’ya gideriz, Birgi’ye gideriz, fotoğraf çekeriz, sergi açarız… Fotoğraf dediğimiz şey de dibine kadar... İkimizin de kendi karanlık odaları var, filmleri de kendimiz basıyoruz… Resim yapıyoruz, 1 ay 20 gün Nevzat bizde kalıyor, ben Nevzatlarda kalıyorum. 2. Sınıfta biz utandık başka bir eve geçelim dedik. Sonra neden ofis açmıyoruz dedik. Ne yaparız, tabela falan yaparız dedik. Sonra bizim böyle bir niyetimiz olduğunu duyunca Fikret Tan önümüze düştü bizim, Alsancak’ta bize bir yer gösterdi. Sonra biz 4 kişi olduk ve orada başladık. Fikret Tan bize fabrikasını da açtı, masaları kendimiz yaptık. Ve ciddi işler gelmeye başladı. Onun dekorasyon işleri, ufak başka işler… Müşteri ilişkisini öğrendik, ustayla çalışmayı öğrendik. Bu okul bitinceye kadar sürdü. Nevzat okul bitince İstanbul’a geçti, biz Ali’yle devam ettik.
[...]
Ege bana göre dünyanın en güzel yeri. İnsan ölçeğine inebilen, medeniyetlerin birleştiği, suyla buluştuğu… Çok yer gezdik dedim ya. En son 1971’de Çorlu’ya gelmiştik. Çorlu’ya geldiğimizde Avrupa’ya gelmiş gibi oldum. E5 karayolu geçiyor, iki tarafta tek katlı evler var. Gece kızlı erkekli sokaklarda dolaşılıyor, bir hoşgörü, bir sosyal farklılıkı bir şey vardı orada. 1972 yılında Marmara Ereğlisi’nde denize girdim. Kumda vurduğum balığın haddi hesabı yok. Yosuna kayaya gitmeye korkuyordum. Orada bir merak saldı ve hala devam ediyor. Benim Bozcada’dan Köyceğiz - Dalyana kadar su altında bilmediğim yer yoktur. Egelilik oradan geliyor işte, o suyla buluşma... Benim de hiç düşünmeden buraya taşınma nedenim de şundan: Nevzatla birlikte biz buraya gelip- kıyıda araba falan yok, o eski jiplerden tutup- kamp yapıyorduk. Buraya aşıktım. O sitenin yapıldığını duyunca direkt "burada yaşayacağım" dedim. Egelilik buradan geliyor.