Kaftancı'nın İzmir'de kendini gösteren mimari tutum ve denemelerinin tartışıldığı söyleşiyi buradan izleyebilirsiniz.
GK: Bazen rastlantılar insanın tüm hayatını şekillendiriyor. 1955’ten beri başka hiçbir yerde çalışmadım, hep İzmir’de çalıştım. İzmirli oldum, İzmir’i sevdim. İzmir’den biriyle evlendim.
[...]
AG: Aslında tabi İzmir’in o dönem farklı bir yeri var. 3 büyük il var. Özellikle Ankara daha çok bakanlıklara yakın olması nedeniyle pek çok mimarın, özellikle de bakanlığa iş yapanların, ofis açtığı bir yer. O anlamda İstanbul’dan gelen de çok var. İstanbul ise daha çok özel sektörün nabzını tutan, benzer şekilde çok sayıda mimarın olduğu ve mimarlığın önde olduğu bir yer olurken İzmir biraz daha üvey evlat gibi, ikincil kalmış bir yer. Tüm güzelliğine rağmen çok fazla mimarı çeken bir yer değildi.
GK: Ben İzmir’i bu açılardan taşra olarak tanımlıyorum. Çünkü aslında mimarlık yapılan yerler büyük kent istiyor. Çünkü büyük yatırımcılar ve projeler kentte olur. Her ülkede böyle sanıyorum. Mimarlar da bu yüzden çalışma ortamı olarak genelde büyük kentleri seçiyor. Ben bu yüzden kendime "taşra mimarı" diyorum. Bunun benim mimarlık anlayışımda çok etkisi oldu. Biz burada bazı İstanbullu ve Ankaralı arkadaşlarımız gibi büyük inşaatlar-projeler yapıp devamını bırakmak yerine, sadece ben de değil İzmir’deki tüm mimarlık ofisleri, inşaatın sonuna kadar ciddi olarak görev alırlardı o yıllarda. Hatta çoğu ofis inşaat da yapıyordu. Zaten bana gelen yatırımcılar "her şeyi sen yap" diye geliyordu. Biz onları çeşitli şekillerde, anlaşmanın durumuna göre yapıyorduk. Yani işin sorumlusu daima biz oluyorduk. Şimdi tabi İzmir de çok değişti, çok büyüdü. Bu söylediklerim değişmiş olabilir. Ama o zamanlar İzmir’deki hiçbir kamu yapısını İzmirli mimarlar yapmamıştır, o zamanlarda böyleydi, hatta şimdi bile böyle. Büyük şirketlerin projelerini İstanbullular yapar. Biz de "taşra mimarları" olarak daha küçük ölçekli, konutlarla, daha ciddi bir mimarlık yaptığımızı düşünüyorum. Bunun önemli bir mimarlık uygulaması olduğunu düşünüyorum. Ama bunların yanında büyük yapılar da yaptım. Ancak bunların hiçbirinde diğer yapılarımda olduğu kadar projeye hakim olamadım. Mesela Bursa SSK Hastanesi... Yarışmayla kazandık. Ancak hiç bir takibimiz olmadı. Bundan dolayı da yapı bittikten sonra üzücü bir olayla karşılaştık.
[...]
Utarit İzgi ile o yıllarda bir konuşma yapmıştık. "Neden İzmir’deki mimarlık ofisleri daha farklı?" diye sorduğu zaman bunun detaylarını farklı araştırmacılar da araştırdı. İzmir’in Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde sosyal yaşam olarak diğer şehirlerden çok farklı olduğunu hatırlamak gerek. Çünkü burası Osmanlı İmparatorluğu döneminde tüm levantenlerin elinde olan ve Batı kültürüne tamamen açık olan bir kozmopolit halktan oluşuyordu. Bu kozmopolit halk da benim buraya geldiğim ilk yıllarda da kente olumlu anlamda katkı sunuyordu. Batı'nın kentsel gelişmişliğini, kentlilik şuurunu yaşıyorlardı. Mimar - mal sahibi ilişkisi de iyiydi. Mimara duyulan hürmet, onun düşüncelerine olan saygı, katılmasalar bile, farklıydı. Tabii bugün bunlar kalmamış olabilir, çok değişti. İzmir de artık çok büyük Anadolu Kentleri'nden biri.
[...]
"Bina yapma sanatı" diye mimarlığı tanımlamak istiyorum. Çünkü mimarlık üzerine konuşunca, karşınızdaki öznenin ne olduğu bulanıksa, o zaman tüm düşünceleriniz havada kalıyor. Bunu diyorum, “bana göre böyle, ben mimarlığı böyle anlıyorum” diyorum. O halde ben mimarlık üzerine bir şey söylersem “ben mimarlığı böyle anladım” diyebiliyorum. Bu da beni öğretim kurumlarındaki tüm öğretim metodlarından ayrıştırıyor. Çünkü onlara katılmıyorum. Çünkü eğer ben buna "bina yapma sanatı" dersem içinde bina var. "Bina önemlidir." diyorum. "Bina falan yok da buraya ben bir mimarlık gösterişi için bir yapı yapayım" denmemeli. Böyle eğitim görülmeli, bina esastır. Bina da esas olunca, binanın gereksinimlerini yerine getirmek esastır diye düşünüyorum. Buna göre de işlevselci oluyorum. "İşlev esastır." diyorum ve "işlevin ikinci plana atılmaması suretiyle yapılması lazımdır." diye düşünüyorum.
[...]
AG: 2010 yılında Gürhan Tümer sizin için “çok güzel binalar yapıyor ama yeterince uçmuyor” diyor.
GK: Bu benim için çok önemli. Ben uçmadan güzel bir şeyi, farklı bir şeyi, gerçek mimarlığı elde etme çabasında oldum hep. Ufak bir nüans var orda. Ben bina yaparken çok güzel olmasını istiyorum biliyor musunuz? Benim güzellik anlayışım farklı galiba. Sadece yapı elemanlarından yararlanmayı düşünüyorum. Hem malzemeyle hem de biçimle ilgili olarak söylüyorum bunu. Ben hem işlevi hem de konstrüksiyonunu en doğru şekilde kullanmak suretiyle "en iyi"ye erişmeye çalışıyorum. Bizim yapılarımıza özel bir ilgi ve müşteri olmuştur hep. Biz çok basit şeyler yapıyorduk, farklı şeyler yapmıyorduk. Gören bir göz için projelerin içinde farklılıklar yaratılıyordu. Biz "İlle farklı olalım." diye bir düşünceye hiç sahip olmadık. Bu yüzden farklı bir mimar değilim mimarlığı böyle kabul ediyorum. Bu yüzden yalnız kalabilirim.